Ankara’nın AB kırılganlığı, özellikle Paris saldırılarıyla gündeme gelen Batı ile ilişkileri, Bediüzzaman’ın “iki Avrupa” tasnifiyle Avrupa’a dair temel târif ve tesbitleri sözkonusu ediyor.
Olup bitenler, evvela, Bediüzzaman’ın, İ-sevîlik dininin hakikatinden aldığı feyizle insanlığın sosyal-medenî hayatına faydalı san’atları-sanayii, adâlet ve hakkaniyete hizmet fenleri/ilimleri tâkip eden adâlet, hak ve hürriyetler eksenindeki “birinci Avrupa” farkını ortaya koyuyor. (Lem’alar, 167-172)
Tesbit şu ki, geçen asırda komünizmi, bolşevizm dinsizlik cereyanlarını Rusya’nın başına geçirerek “Rusya’nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını yaktıran” ifsad şebekeleri, yeniden “Avrupa’nın başını patlatma” projelerini devreye sokuyor. Demokrasi ve barış birliği olarak kurulan AB’yi teslim alıp dejenere etmeye uğraşıyorlar.
Bu açıdan son dönemde PEGIDA gibi “İslâm karşıtı” aşırı ırkçı örgütlerin Almanya’dan başlayarak bütün Avrupa’da tetiklediği provokatif eylemler, “İslâm düşmanlığı” zehriyle Müslümanlarla topyekûn Batı’yı çatıştırma tuzağına düşürmeyi amaçladığı açıkça sırıtıyor…
“KESB-İ MEDENİYET”TE ÖLÇÜ
Doğrusu, başta Almanya olmak üzere, Avrupa halklarının onbinlerce meydanlarda “İslâm düşmanlığı” kışkırtmalarına meydan vermemesi, “Avrupalılık” postuna bürünen “şimaldeki dinsizlik cereyanı”nın Müslümanlığı ve İsevîliği çatıştırma ve birbirine kırdırma oyununa karşı uyarması, “iki Avrupa” gerçeğini bir defa daha ortaya çıkarıyor.
Ve Bediüzzaman’ın âhirzaman hâdiselerine dair hadisin mânâsıyla, “Her iki Deccal, Yahudinin İslâm ve Hıristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besleyen gizli komitesinin muâvenetini (desteğini)” kullandığı tahlilini teyid ediyor. (Şuâlar, 513)
Gerçek şu ki, AB’ye çarpık bakış, Bediüzzaman’ın “iki Avrupa” farkını idrâk edememekten türüyor. Ve inkârcı tabiat felsefesinin karanlığıyla medeniyetin kötülüklerini “iyilikler” zannederek insanlığı sefâhete ve dalâlete sevkeden bozulmuş “ikinci Avrupa”ya tepkiyle Müslümanlar Avrupa medeniyetine soğuk bakıyor. Topyekûn medeniyet, münhasıran insanlığın felâket ve helâketine sebebiyet veren mâneviyattan bîbehre küresel zâlimler güdümündeki “ikinci Avrupa”ya mal ediliyor.
Oysa Bediüzzaman’ın değerlendirmesiyle, İsevilik dininin hakikatinden alınan adâlet, hak ve hürriyetlere hizmet eden Avrupa’nın müsbet medeniyeti, insanlığın ve Müslümanların malıdır. “Ecnebilerde terakkiyat-ı medeniyeye (medenî kalkınmaya) yardım edecek noktaları -fünun (ilimler) ve sanayi gibi- maalmemnuniye (memnuniyetle) alacağız.”
Bu temel ölçü ile, İslâm medeniyetinin Batının kötülüklerini ve günâhlarını hürriyet hududuna ve medeniyetine sokmaması gerektiğini belirtip, “Kesb-i medeniyette (medeniyeti almakta) Japonlara iktida (uymak) bize lâzımdır ki, onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti (medeniyetin iyiliklerini-güzelliklerini) almakla beraber, her kavmin mâye-i bekası (devamlılık mayası) olan âdât-ı milliyelerini (millî örf ve kültürlerini) muhâfaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyette neşvünema bulduğu için, iki cihetle sarılmak zarurîdir” çağrısında bulunur. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyette neşvünema bulduğu (büyüyüp yetiştiği için) için, iki cihetle sarılmak zarurîdir” ikazını yapar. (Divan-ı Harb-i Örfi, 79-80)
“MEDENİYETİ İKTİBAS ETMEK”
Bu bakımdan bundan bir asır önce 26 Şubat (Mart) 1324 (1909) tarihli Dinî Ceride’deki “Hakikat” başlıklı makalede, “i’lâ-yı kelimetullahın (İslâmı tebliğ ve yüceltmenin) bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki (kalkınma) ile mümkün olacağını ve bunun da medeniyetin müsbet yönüyla olacağını belirtir. “Zira ecnebîler fünun (fen-bilim) ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı mânevîleri altında eziyorlar. Biz de, fen ve san’at silâhıyla i’lâ-yı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilâf-ı efkârla (fikri dağınıklığa) cihad edeceğiz” esasını belirler. (a.g.e., 64)
Bunun içindir ki, dinî hükümlerde ve ahlâkta Avrupa’ya dilencilik etmenin İslâma büyük hıyanet ve milletin hayatına kastetmek olduğunu belirtir. bazı kötü âdet ve çirkinliklerinin alınmasını reddeder.
Buna mukabil, âlemde acip bir medenî ve dünyevî inkılâp olduğunu ve günümüzde bütün zihinleri zapt edip bütün akılları meşgul eden medeniyet ve dünveyi kalkınma noktası olduğunu belirterek, “Onlarla (bu anlamdaki Avrupa’yla) “dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile (takdirle) iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyevîyenin esası olan âsâyişi muhâfazadır. Ve bu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde (Kur’ân’ın yasağına) dahil değildir” tesbitinde bulunur. (Münâzarât, 71)
İslâm-Batı ilişkilerine, Avrupa medeniyetine, demokrasi, hukuk, insan hak ve hürriyetleri ile ortak insanî değerleri esas alan AB projesine bu eksende temel târif ve tesbitlerle bakılması gerekiyor.