Ankara’da hâlâ gündemin baş konusu Kuzey Irak iftirak referandumu.
En üst düzeyde Cumhurbaşkanı’nın, “Son ana kadar Barzani’nin bu böyle bir şeyi düşüneceğine ihtimal vermiyorduk, demek ki yanılmışız!” ikrarı tartışılıyor.
Öncelikle siyasî iktidarı destekleyen bazı yazarların referandumun “50 yıllık mücadele olduğu” tesbitiyle dikkat çektikleri gibi, AKP hükûmetlerinde bakanlık ve Meclis Başkanlığı yapmış bazı politikacıların da “Barzani’nin bu kararı bir gecede almadığı, davul-zurna çalınarak bu noktaya gelindiği” sözleri, hükümetin bir defa daha yanıldığı teyid ediliyor.
Her fırsatta devletler arası ilişkilerin duygusal olmadığı, çıkarlara dayandığı savunmasıyla AKP Hükümeti’nin vahim çelişkileri ve tezatları tevil edilmeye çalışılıyor. Ne var ki, daha birkaç ay öncesine kadar, iktidar partisi kongresine dâvet edilen Barzani’nin “Türkiye seninle gurur duyuyor!” sloganlarıyla alkışlandığı, “devlet başkanı” muamelesi yapılıp kırmızı halıyla karşılanıp ağırlandığı, gelişinde havaalanlarına ve Başbakanlığa Irak Bölgesel Yönetiminin bayrağının çekildiği uçtan aksi uca savrulması, vizyonsuzluğu ve öngörüsüzlüğü ortaya koyuyor.
Erdoğan’ın Irak Başbakanı İbadi’ye, “Sen kimsin! Benim kıratımda, muhatabım değilsin” çıkışıyla Ankara’nın Bağdat’ı dışlamasına karşı Başbakan’ın “Artık tek muhatabımız Irak merkezî hükümetidir” çarkı, ifrattan tefrite düşen zikzaklı ve esassız politikaları ele veriyor. Her defasında “yanıldık, aldandık!” itirafıyla açığa çıkan dış politikada ve diplomaside öngörüsüzlüğü gösteriyor.
Ve Cumhurbaşkanı’nın Barzani’ye, “Yerel yönetim olarak paran var, petrolün var; otur oturduğun yerde! 350 kilometrelik sınırımız var, bizimle konuştun mu?” tarizi, Ankara’dakilerin uluslar arası Irak merkezi hükûmetini by pass edip yasadışı hortumladığı Irak petrolünü dünya piyasalarına pazarladığı süreçte Erbil’in Ankara’yı kale almadığını su yüzüne çıkarıyor.
ETNİK - MEZHEBİ ÇATIŞMANIN SİNYALLERİ
Bir diğer husus, Cumhurbaşkanı’nın “Tırları göndermezsek, yiyecek de bulamazsınız!” diye “açılıkla tehdit” edip Suriye’deki Fırat Kalkanı Harekâtı’na atıfla gereğinde Irak’ta da “askerî operasyon”dan dem vurması, “bir gece ansızın gelebiliriz!” restiyle daha ilk güne “ekonomik yaptırımlar”ın yanı sıra “askerî müdahale” seçeneğini telâffuz etmesi.
Oysa bütün akl-ı selim değerlendirmelerde, daha baştan ve hiç gereği yokken bu tür “tehditler”in Türkiye’yi zora sokacağı ve yine kaybettirteceği belirtiliyor.
Nitekim Başbakan’ın “Savaşa falan girdiğimiz yok. Bir endişe havası oluşturmayalım. Bunlar noktasal operasyonlardır” diye ön alması, Ekonomi Bakanı’nın, “Ekonomik yaptırımlar’ söylemi çok tehlikeli” çıkışı bu kaygının ifâdesi.
Vakıa şu ki, “referandum ertelensin” diyen ABD ve İngiltere başını çektiği küresel mihrakların el altından Barzani’yi Irak’ın kuzeyini Irak’tan koparan referanduma tahrikleri herkesçe biliniyor.
Bu vartada baştan beri “Irak’ın toprak bütünlüğü”nü savunan Türkiye’nin dünya petrol rezervlerinin yüzde 7’sine sahip “Musul’u ve Kerkük’ü alma” benzeri sonu meçhul “askerî operasyonlar”a kalkışmasının da işgalci emperyal güçlerin bir başka oyunu ve tuzağı olduğu ortada.
Belli ki ecnebiler ve küresel ifsad şebekeleri etnik ve mezhebi farklılıklar üzerinden kıyasıya kışkırtmalarla bölgede kargaşa ve kaosu ateşleyecekler. Kerkük’te ve Irak Anayasasına göre henüz statüsü belirlenmemiş tartışmalı bölgelerde referanduma katılmayan Türkmenlere saldırıların yeniden artması, etnik ve mezhebi çatışmaların tırmanması bunun sinyalleri.
NETİCESİZ “YAPTIRIMLAR”DAN SAKINMALI
Bu bakımdan daha ilk safhada doğrudan “askerî müdahale” anlamına gelecek kışkırtıcı söylemlerin tam bir komplo olduğu, uluslar arası arenada Türkiye’yi tıpkı ABD’nin Irak’ı işgalinde olduğu, “işgalci” vaziyetine düşürüp zor duruma sokacağı, Türkiye’nin “Kürt düşmanlığı” ithamlarına mâruz bıraktıracağı ve bütün tezlerini altüst edeceği âşikâr..
Bundandır ki Ankara, bölgenin güvenliğini destek vereceği Irak merkezî hükûmetine bırakması; netice getirmeyecek “askerî operasyon” ve “ekonomik yaptırımlar”dan önce, uluslar arası sözleşmelere dayanarak, bir bölgede self determinasyonun olmayacağı, bütün ülkede oylamanın yapılması gerektiği temel kuralıyla bir tek Kuzey Irak’taki referandumla “bağımsızlığın” olmayacağını bildirmeli. Irak Anayasasından da açıkça kaydedildiği gibi, demografik yapının normalleşmesiyle ancak referandumun bütün Irak’ta yapılması gerektiği gerçeğini güçlü bir biçimde savunmalı.
Tuzağa düşmemeli, etkin diplomasiyle, siyasî diyalog ve işbirliğiyle, Bağdat, Tahran ve Şam’la ortak hareketle Erbil’in referandumun sonuçlarını “meşrûlaştırma” çabalarını boşa çıkartmalı…