Kuzey Irak referandumu, 1948’de İsrail’in Filistin topraklarına çöküp elli sekiz senedir bütün bölgeyi ateşe veren, “gaddarâne muâhede” Sevr’den BOP’a bütün bölgeyi etnik ve mezhebi iftiraklar üzerinden dinamitleyen, iç savaşları tetikleyen kirli meş’um plânları açığa çıkarıyor.
“Irak’ın toprak bütünlüğü”nü parçalayıp başta Kerkük olmak üzere Türkmen bölgeleri de dahil üllkenin yüzde 34’ünü gasbeden gayrimeşrû emr-i vakinin topyekûn coğrafyayı istikrarsızlığa sürüklemeyi hedefleyen bir fitne komplosu olduğu daha ilk günde sırıtıyor.
Görünen o ki, iç savaş girdabında 600 bin sivilin can verdiği, nüfusun üçte birinin evini-yurdunu terkle göçe zorlanıp sığınmacı durumuna düştüğü ve silâhlı radikal grupların kıyasıya çatıştığı, baştan sona yakılıp yıkılarak sanayi tesisleri, fabrikaları bombalanan Suriye gibi 2003’teki Amerikan ve İngiltere’nin başını çektiği “savaş koalisyonu”nun işgaliyle perişan edilen Irak’ın da bölüp parçalanmasıyla Ortadoğu tam bir kan gölüne çevrilmek isteniyor…
“ON BEŞ YILLIK ‘PROJE”!
Çarpıcı olan, Cumhurbaşkanı’nın Irak Başbakanı İbadi’ye “Muhatabım değilsin, çünkü kıratımda değilsin!” tahkiriyle Ankara’nın Bağdat’ı by pass edip uluslar arası hukuka ve anlaşmalara aykırı şekilde kotarılan “korsan petrol pazarlaması”yla Erbil’le iş tuttuğu süreçten çark edilip yeniden Irak merkezi hükûmetinin tek ve meşrû muhatap kabul edilmesi.
Tek taraflı propaganda ve baskılarla daha baştan şâibeli duruma düşen söz konusu oldubittiye Ankara’nın uzun süre çekingen kalması ve referanduma ancak üç gün kala yumurta kapıya dayandıktan sonra “tavır koyması” ise ayrı bir garabet.
Cumhurbaşkanı “Barzani’nin böyle bir yanlışı düşüneceğine ihtimal vermiyorduk” diye hayıflanırken, referandumun silâh zoru altında gerçekleştiğini ve diyaloğun kesilerek çözümden kaçınıldığını nazara veren Irak Türkmen Cephesi (ITC) Genel Başkanı Erşat Salihi’nin, bu vartaya varan akıbetin önceden belli olduğunu belirterek “Bizim canımız yanıyor. On beş yıldır bağırdık, çağırdık, ama ne Irak merkezi hükûmeti, ne İran ve hatta ne Türkiye yeterince tutum göstermedi ve on beş yıldır bilinen proje hayata geçirildi” yakınması, gerçeği ortaya koyuyor. (DHA, 26.9.17)
Gelinen noktada askerî seçeneğin de masada olduğunu tekrarlayan Cumhurbaşkanı, “Yaptırımları uyguladığımızda, vanayı kapadığımızda, tırlar Kuzey Irak’a çalışmadığında yiyecek bulamayacaklar” restiyle tehdit ederken, Ekonomi Bakanı’nın “Ekonomik ambargo tehlikeli bir söylem. Ticaretle, ekonomiyle ilgili faaliyetlerimizi devam ettireceğiz. Ambargo koyduğunuzda satışlarınız durur. 8-9 milyar dolarlık bir ticaretten, Türkiye’nin menfaatlerinden bahsediyoruz” çıkışı tenakuzlu vaziyetin tezâhürü.
SİYASÎ DİYALOG VE AKL-I SELİMLE…
Özetle, Cumhurbaşkanı’nın “demek ki yanıldık” itirafıyla açığa düşen Ankara, yine Dışişlerini dışlayan tepeden “tek adam” tâlimatlı günübirlik sığ politikalarla adım adım Türkiye’yi ve bütün bölgeyi vartaya sürükleyen oldubittiye karşı kafa karıştırıcı ve çelişkiler içinde.
Her ne kadar AKP sözcüsü “Esas olan Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın ve hükûmet sözcüsünün söyledikleridir” diyerek açığa çıkan çelişkiyi tevile çalışsa da, Ankara’nın kafasının karışık olduğu her aşamada su yüzüne çıkıyor.
Neticede, girilen çıkmazda referandumu önle(ye)meyen Ankara, artık çözüme odaklanmalı, yeni yeni oyunlara âlet olmamalı. Vatandaşların, yüzlerce firmanın, işyerinin, yatırımların bulunduğu, ihracatta Almanya’dan sonra ikinci sırada gelen bölgeye ekonomik ambargo ve askerî müdahaleyle fitne ateşini daha da alevlendirecek tahriklerden sakınmalı. Barzani yönetiminin pervâsızlığının ceremesini bölge halkı çekmemeli; ağır bedelini vatandaşlarımızın akrabası olan Kuzey Irak halkı ödememeli.
Bölge bütünüyle emperyal güçlerin ve İsrail’in kucağına itilmemeli. Ecnebilerin âdeta “tavşana kaç, tazıya tut” politikasıyla kotarılan komploya karşı, başta Irak, İran ve Suriye olmak üzere komşu ve bölge ülkeleriyle ortak tarih ve kültürden tevârüs eden mânevî değerler ekseninde kardeşlik ve komşuluk hukuku ve şuuruyla siyasî diyalog ve akl-ı selimle kriz çözülmeli…
Başka da yolu yok...