Yargının vesâyet altına alınmasıyla muhalefetin sürdürdüğü “adâlet yürüyüşü” demokratik tepkisi, çâresiz kitlelerin haksızlıklara karşı hukuk taleplerini seslendirmesiyle aslında toplumun supabı.
Bu açıdan mağduriyetlere uğramış kitlelerin öfkesini alan ve demokrasiyi güçlendiren adâlet arayışını “teröristlik”le ithamla itibarsızlaştırmayı değil, teşvik etmeliydiler.
Siyasî iktidarın, “adâlet yürünerek aranmaz” reddi yerine, öncelikle başta adâlet olmak üzere ülke sorunlarına Meclis’te muhalefetle ortaklaşa çözüm araması, sayısal çoğunluğa dayanarak Meclis’i bloke etmemesi ve yargıyı siyasî vesâyete almaması gerekir.
Zira Anayasanın 7. maddesindeki “Yasama yetkisi Türk milleti adına TBMM’nindir ve bu yetki devredilemez” esâsıyla ve 121. maddesiyle Meclis’in ilân ettiği olağanüstü hâl (OHAL) döneminde Bakanlar Kurulu’na geçici olarak verdiği “kanun hükmünde kararnâme (KHK) çıkarabilme” izni ve yetkisinin meşrûiyeti “Meclis’in onayı” şartına bağlanır.
OHAL KHK’larının “OHAL’in gerekli kıldığı konularla sınırlı olması” ve Resmî Gazete’de yayımlandığı gün Meclis’e sunulup yasallaşması için mutlaka “Meclis’in onayı”nı esas alır.
Bundandır ki, Anayasanın bu hükmüyle TBMM İçtüzüğünün 128. maddesinde, KHK’ların komisyonlarda ve Genel Kurulda diğer kararnâmelerle kanun tasarı ve tekliflerinden önce ivedilikle en geç 30 gün içinde görüşülüp karara bağlanması ve komisyonlarda 20 gün içinde görüşmeleri tamamlanmayan KHK’ların Meclis Başkanlığınca doğrudan doğruya Genel Kurul gündemine alınmasını zorunlu kılar.
“15 TEMMUZ”LA HUKUKU TASFİYE!
Ne var ki, 15 Temmuz’un ardından 20 Temmuz’da ilk OHAL ilânıyla bir yıla yaklaşan OHAL sürecinde çoğu “OHAL’i gerekli kılan, OHAL’in gerektirdiği süre, yer ve konular”ın dışında çıkarılan KHK’lar Meclis denetimi ve onayından kaçırılıyor.
Kısacası, “OHAL yetkisi” perdesinde emr-i vakilerle Anayasal ve yasal gerekliliğinin yerine getirilmemesiyle OHAL KHK’ları da yasadışı ve hükümsüz durumuna düşüyor.
Gerçek şu ki, süreçte “FETÖ soruşturmaları” paravanında 4 bin 500’i bulan hâkim ve savcının meslekten ihraç edilmesiyle tasfiyeleri, “tabiî hâkimlik ilkesi”ne aykırı olarak hâkim ve savcıların dosyaları ellerinden alınarak davalara göre atanmalarıyla iktidarın tetikçiliği durumuna sokulan yargının itibarı ve güvenirliği yok ediliyor.
Bununla kalınmayıp, demokratik hukuk devletinde örneğine rastlanmayan haliyle Adalet Bakanı ile Müsteşarının Başkanı ve Başkan Yardımcısı olduğu Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK)’nin baştan beri 15 Temmuz “darbe girişimi” dâvâlarına bakan 780 hâkim ve savcının kıyıma uğraması, AKP’nin bu kez “FETÖ ile mücadele” perdesinde kendi yargısını getirdiği, 15 Temmuz’a sığınarak hukukun yok edildiği kanaatini pekiştiriyor.
Anayasanın ve yasaların temel hak ve özgürlüklerin başında gördüğü “yürüyüş”ü “hükümetin lütfu” gören Cumhurbaşkanı’nın, “adâlet yürüyüşü”nü yapanlara, açıkça yargıya “tâlimat” anlamına gelen “Yargı yarın eğer sizi de bir yere dâvet ederse şaşırmayın!” tehdidini savurması bunun tezâhürü.
ADÂLET SORUNUNUN İTİRAFI
Türkiye’nin “adâlet sorunu”, Türkiye’nin “hukukun üstünlüğü” endeksinde dünyada 99. sıraya gerilemekle Tanzanya, Zambiya ve Tayland’ın gerisine düştüğü, OECD raporlarına göre, Türkiye’de yargıya güven’in 2007’de yüzde 67’den 2014’de yüzde 48’e gerilediği süreçte, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı’nın “Toplumda yargıya güven azaldı” tesbiti bunun ikrarı. (gazeteler, 22.4.16, DHA, 22.4.16)
AKP’li Meclis (eski) Başkanı’nın, “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; (…) Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve tâlimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkine bulunamaz” hükmünü getiren “mahkemelerin bağımsızlığı”na dair “Anayasa’nın 138. maddesi ölmüştür” sözleri bu gerçeğin itirafı. (Milliyet, 16.5.15)
Bunun içindir ki bu Türkiye’nin adâlet sorununa dikkat çeken “adâlet yürüyüşü” ve arayışı fevkalâde ehemmiyetli…