AB’nin Ankara’ya ikazları, sadece Avrupa Parlamentosu’nun (AP) bütün demokratların kahir ekseriyetle onayladığı ifâde ve basın-medya özgürlüğü alanındaki noksanlıklarla kalmıyor.
Beynelmilel kuruluşların tesbitiyle, “insanî gelişmişlik”te 69., “sivil özgürlükler”de 132., “demokrasi endeksi”de 167 ülke arasından 89. sıraya düşmekle “hibrit (melez-karma) demokrasiler” kategorisine inen ve yolsuzlukta dibe vuran Türkiye’ye hukuk ve adâlet konusunda da önemli uyarılar geldi, geliyor.
Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin yoğun gündemi arenasında, AP’nin Türkiye raportörünce hazırlanıp Dışişleri Komisyonu’nda tartışılan bir diğer “Türkiye raporu”nda, yargının bağımsızlığı, tarafsızlı ve etkinliğiyle ilgili ciddî endişeler Ankara’ya iletildi.
Müzâkere sürecinde AB düşünce ve eleştiriler geliyor. 23. fasıl olan “yargı ve temel haklar” ile 24. fasıl olan “adâlet, özgürlük ve güvenliği” açılıp Türkiye ile daha fazla angajmana girilmesi ve âcilen ilgili reformların yapılması gereği vurgulandı. AB’nin demokratik standartlarına uygun yargı reformu stratejisinin ilgili taraflarla işbirliği içinde hazırlanması için yasal çerçevenin oluşturulması istendi.
Raporda ayrıca, sözkonusu fasıllara ilâveten müzâkerelerin kamu alımları, rekabet, ekonomik ve parasal politika, sosyal politika ve istihdam, güvenlik ve savunma fasıllarında ilerletilmesi talep edildi.
“STRATEJİK HEDEF”TEN SAPMA!
Bütün bunlarla birlikte, özellikle son 17 Aralık medya operasyonları ve tutuklamaları sonrası, AB’den “susup endişelerimizi ifâdeden kaçınmayız” denilerek uyarılar yoğunlaştı. Gazetecilerin gözaltına alınmasının demokrasilerde olmayıp ancak otoriter rejimlerde olabileceği, “Bu gidişatla Türkiye’nin Avrupa vizyonunun asla ilerlemeyeceği” kaygısı açıklandı.
Bu arada, AB’de üyelik müzâkerelerini yürüten AP Başkan Yardımcısı Alexander Lambsdorff, “Üyelik müzâkereleri yürüten bir ülkede bilhassa basın ve ifâde özgürlüğüne baskı kabul edilemez. Bunu anlamayan hükûmetle müzâkereleri devam ettirmenin de bir anlamı yok” tepkisini verdi.
AB düşünce kuruluşlarından EPC’nin Türkiye uzmanı Amanda Paul, “Türkiye’de demokratik hayat sekteye uğruyor, bunun etkileri göz ardı edilemez. Hukukunun üstünlüğü AB’de ciddiye alınan bir mesele” dedi. “AB’de herkes şaşkın; ‘Türkiye’ye neler oluyor?’ sorusunu soruyor” diye konuştu.
Özetle, bütün “ilerle(me)me raporları”nda ve AB belgelerinde alarm zilleri çalıyor, “AB Türkiye için doğru bir zemindir” deniliyor. Temel hak ve özgürlükler kapsamında açılan fasılların ilerletilmesi; Ankara’nın AB perspektifine bağlılığını teyitle yeni bir strateji hazırlanması çağrısı yapıldı, yapılıyor.
Ne var ki Ankara’nın AB’nin çağrılarına derin çelişkili tavrı, AB kırılganlığını ele veriyor. Daha önce defalarca AB’ye rest çekip efelenen ve “AB olmazsa ‘Ankara kriterleri’ der devam ederiz” diye meydan okuyan Cumhurbaşkanı’nın, “Türkiye, tarihî, coğrafî ve kültürel bakımdan Avrupa’nın doğal ve vazgeçilmez bir parçasıdır. AB’ye tam üyeliği Türkiye’nin stratejik hedefidir” sözlerinden sonra “AB bizi alır mı, almaz mı’ böyle bir derdimiz yok!” garip tezâdıyla tavır değişikliği bunun tezâhürü.
ANKARA’NIN AB TENÂKUZU
Keza Erdoğan’ın “düşünce ve ifâde özgürlüğü” önerilerine “paralel destekçisi” suçlaması, AB karşıtlığını ele veriyor. Ve “AB bizi alırsa mutlu oluruz. Dinamizmiyle Türkiye bir kıymet olarak ortaya çıkar” diyen Başbakan’ın, peşinden “Eğer AB bizi almazsa biz de buzdolabında beklemeyiz. Gelecekte ne olacağına tarih karar verir” çıkışı, AKP iktidarının AB tenâkuzunu açığa çıkarıyor.
Görünen o ki, her ne kadar Erdoğan “Yaklaşık 50 yıldır bunun (AB’nin) mücadelesini veriyoruz” dese de, baştan beri AB’yi toptan “Batı kulübü” diye yaftalayan mâlum zihniyet nüksediyor.
Bu bakımdan, TOBB Başkanı’nın yakınmasıyla, altı yıldır reformları unutan, kamplaşan, birbiriyle uğraşan, sürekli ayrışan Türkiye’nin yeniden yapısal reformları yapıp bütün sistemi demokratikleştirmesi lâzım. AB üyeliği hedefinin “Türkiye projesi” olduğunu kaydeden İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Başkanı’nın değerlendirmesiyle, iki buçuk yıldır hiçbir faslı müzâkereye açılmamasına karşı artık fırsatın kaçırılmaması, yeni fasılların açılmasıyla üyelik müzâkerelerinin inandırıcı kesin bir takvime bağlanmasıyla ivme kazandırılması, sürecin canlandırılması gerekiyor.
Bunun için Ankara’ya düşen, AB’nin önerilerine önem vermektir. Zira Türkiye’nin AB sürecini yakından tâkip eden AB uzmanı Cengiz Aktar’ın ifâdesiyle, müzâkerelerde Ankara’nın kararlı olması, “insan hakları ve hukuk devleti” şartı ilkesine harfiyen uyması AB olmazsa olmazını oluşturuyor.
Ankara, AB için yeni bir stratejiyle kararlı olmakla yükümlü. Aksi halde hiçbir ilerleme olmayacak ve AB’den kopacak; ve olan yine Türkiye’ye, demokrasi ve özgürlüklere olacak…