AB diplomatlarının tesbitiyle, Türkiye’nin son 17 yılın “en kötü karrnesi” olan ve siyasî iktidar hesâbına sırf seçimleri olumsuz etkilememesi için iktidarın “isteği”yle açıklanması bir ay ertelenen AB İlerleme Raporu’na karşı Ankara âdeta şaşkınlık içinde.
Aday ülkelerin, demokrasi, özgürlükler, insanî gelişim, insan hakları, hukuk devleti, ekonomi, malî ve sosyal durumunu değerlendiren AB ölçümlerinin yer aldığı önceki raporlarda da onlarca kez “ilerleme yok” ve “endişeliyiz” denilirken, son raporda ilk kez “ciddî endişeler”le “demokrasi, özgürlükler, yolsuzlukla mücadelede ‘gerileme’ olduğu” gerçeğinin bildirilmesine karşı, Ankara7dan hâlâ AB’ye rest çeken söylemler savruluyor. Algı operasyonu politik atraksiyonlara başvuruluyor.
Bunun sebebi, şüphesiz bugün iktidarın AB’ye dair esaslı bir perspektifinin olmaması. Bundandır ki, başta yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yolsuzluklarla mücadele ile ifâde özgürlüğüne dair Türkiye’nin kırık notunu gösteren rapora, hükûmet ve iktidar partisinden farklı tepkiler veriliyor.
KIRILGANLIK VE GAREBET
AKP Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, rapordaki başlıkların Türkiye için önemli düzenlemeler içerdiğini kaydedip, “Eleştirileri değerlendirip eğer orada bizim dikkate almamız gereken tespitler varsa yeni hükümet olarak o tespitler değerlendirmeye alınacaktır, önümüzdeki süreçte Türkiye, ilerleme raporlarına da yansıyan bir takım eleştirileri önemli ölçüde ortadan kaldıracak adımları atacaktır” derken; Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş‘un rapora ilişkin, “Bu raporda ifade edilen cümleleri aynen iade ediyoruz; bunu iyi niyetle söylenmiş sözler olarak kabul etmemiz mümkün değildir” çıkışı, bunun tezâhürü…
Doğrusu, siyasî iktidarı övmeyen, “darbeye ortam hazırlama” ve “darbe teşebbüsü” iddialı “Ergenekon” ve “Balyoz” benzeri “darbe davaları”nın “kumpas kurulduğu” çarkıyla tersine çevrilerek bütün darbe sanıkları ve hükümlülerin tahliye edildiği, görevleri gereği darbecileri soruşturan Emniyet mensuplarının, savcı ve hâkimlerin kıyım ve sürgüne uğratılarak mesleklerinde ihraç edildiği vartada, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını iddia etmek gülünç kaçıyor. (AA. 11.11.15)
Keza bazı bakan çocuklarının, bürokratların ve iktidara yakın işadamlarının isimlerinin geçtiği yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının engellenerek, özel okul ve hatta çocuk yuvalarına yüzlerce polisle baskına uğradığı, tıpkı 28 Şubat “postmodern darbe” sürecinde olduğu gibi iktidarı alkışlamayan sermayeye el konulduğu, “yandaş” olmayan medyaya operasyonlar yapıldığı, polis zoruyla onlarca – yüzlerce gazetecinin işlerinden atıldığı Türkiye’de “demokrasi”den ve “basın özgürlüğü”nden dem vurulması garabetine giriliyor.
Kısacası, AKP iktidarının siyasî geçmişinden aldığı “AB kırılganlığı” her fırsatta açığa çıkıyor…
TENÂKUZLU POLİTİKALARLA
Bilindiği gibi, daha evvel otoriter eğilimlerin AB değerlerine aykırı olduğu ikazlarıyla “Ankara’dakileri basın özgürlüğüne saygıda Avrupa standartlarında davranmaya davet”e, Ankara kaale almamanın ötesinde sert tepkiler vermişti.
AB mahfillerin, “yasalar toplumdaki muhalif fikirleri frenlemek için kullanılmamalı ve mutlaka demokratik kriterlere göre tâdil edilmeli” çağrılarına mukabil, dönemin Başbakanı “Ankara kriterleri’ der devam ederiz” diye meydan okumuştu.
Dahası, baştan beri AB’yi toptan “Batı kulübü” diye yaftalayan “AB karşıtlığı” zihniyetin nüksetmesiyle, “düşünce ve ifâde özgürlüğü” önerilerine “paralel destekçisi” suçlamasında bulunmuştu. “Eğer AB bizi almazsa biz de buzdolabında beklemeyiz. Gelecekte ne olacağına tarih karar verir” çıkışı, tenâkuzunu sergilemişti.
Peşinden yolsuzluk-rüşvet iddialarını gündemden düşürmek uğruna, bu kez Cumhurbaşkanı olarak mevzubahis medya operasyonlara dair, “AB ne der acaba’, ‘AB bizi alır mı, almaz mı’ bizim böyle bir derdimiz yok. AB aklını kendine saklasın!” çıkışında bulunmuştu.
Ankara, Türkiye’ye hep kaybettiren AB’ye karşı taktik manevralara, tenâkuzlu politikalara son vermeli; AB stratejisini kararlıkla ortaya koymalı…