15 Temmuz “darbe girişimi” ile mücadelenin, muhâlifleri tasfiyede istimalle politik propagandaya dönüştürülmesi, milletin içine fitne atıp kutuplaştırıyor.
Öncelikle iktidar partisi Genel Başkanı olarak partisindeki “15 Temmuz toplantısı”nda bile “adâlet yürüyüşü”yle “adâlet mitingi”nde milyonların adâlet ve âdil yargılama çağrılarını, “darbecileri ve teröristleri savunmak” olarak karalayan Cumhurbaşkanı’nın çıkışı, siyasette diyalog, barış ve çözüm zeminini yok ediyor.
Çarpıtmalar sırıtıyor. “Darbe karşıtlığı” iktidar cenahının inhisarına alınıp, AKP’ye kayıtsız şartsız destek veren MHP Genel Merkezi dışındaki bütün muhalefet “15 Temmuz’a destek”le suçlanıyor. “Ankara’dan İstanbul’a yürüyenlere Allah idrâk ihsan etsin!” tezyifiyle hakaretler yağdırılıyor. Adâlet arayan milyonlar “teröristlik” tahkiriyle düşmanlaştırılıyor.
“Teröristler için 450 kilometre yol yürüdüler, 15 Temmuz şehitleri için bir Fâtiha, bir Yâsin okumadılar!” saptırmasıyla, vahim tahrifli hakaretler savrularak toplum ayrıştırılıyor.
“SİYASET-İ HÂZIRADAKİ PARTİCİLİK TARAFTARLIĞIYLA”
Vakıa şu ki, özellikle yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının büsbütün tahribiyle âdil yargılamanın ortadan kaldırılması, mâsumların haksızlık ve hukuksuzluklara uğratılması toplumu derin travmalara sürüklüyor.
Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, OHAL’ın kaldırılması, mühürsüz pusulalarla şâibe bulaştırılıp tartışmalı hale getirilen referandumla demokratik sistemin tasfiyesine son verilmesi, Meclis üzerindeki vesâyetin kaldırılması, teröre karşı ortak irâde geliştirilmesi, tutuklu gazeteci ve vekillerin derhal tahliyesi talepleri, inadına “FETÖ’yü desteklemek” demagojisiyle çarpıtılıp toplum dinamitleniyor.
O denli ki, iktidarın “Adâlet sokakta aranmaz” eleştirilerine, ana muhalefet liderinin “Bir ülkede büyük adâletsizlik varsa, yargı siyasi otoritenin emrine girmişse, Meclis’in yetkileri gasbedilmişse, basın susturulmuşsa sonuna kadar hak, hukuk, adâlet arayışıyla demokratik eylemler devam edecek” cevabına, bizzat Cumhurbaşkanı’nca “Sokak diyerek milleti ve devleti tehdit eder hale gelen kişi, asıl kendisi sokağa çıkamaz hale gelir!” tehditleri savruluyor.
Muhalefetten “15 Temmuz anmalarına katılma” çağrılarının ve “polemiklere girmeme” uyarılarının yapıldığı süreçte, ısrarla bütün muhalefeti “darbeci ve teröristlere arka çıkmak”la suçlayan atraksiyonlar toplumda derin yarılmalar meydana getiriyor.
Zulme varan haksızlıklara karşı mâsum ve mâkul adâlet arayışları “Sokakta aranan adâletin adı intikamdır, sonu da vandallıktır” diye karalanırken, diğer yandan “darbe girişimi”ne karşı demokrasi için insanları sokaklara çağırma çelişkisi sergileniyor.
Ve Bediüzzaman’ın ikazıyla “şimdiki siyaset-i hâzıradaki particilik taraftarlığı”yla “içtimâî hayatı tamamen zir-ü zeber (yerle bir) eden zehir”le milletin bütünlüğü, vatandaşlığı ve kardeşliği zehirlenip hâriçteki düşmanların parmak karıştırmalarına zemin hazırlanıyor.” (Emirdağ Lâhikası, 393)
“BİR FIRKA, ZORLA HERKESİ MEŞRÛTİYETE MUHALİF GÖSTERSE”
Neticede, bir tek AKP’nin darbeye direndiği ve onun dışında herkesin “15 Temmuz ‘darbe girişimi’ni desteklediği” isnadlı ucuz politik polemiklerle “15 Temmuz direnişi” siyasî rantta tepe tepe kullanılıp istismar ediliyor.
Bu ifsadla iktidar medyasının canhıraş küçültme ve karartma çarpıtmalarına rağmen “hak, hukuk, adâlet” çağrılarıyla milyonlarca vatandaşın demokratik tepkisi, garip bir politik kıskançlıkla saptırılıp kötüleniyor.
Özetle, Bediüzzaman’ın 31 Mart Hâdisesi’nde Divân-ı Harb-i Örfî’de (sıkıyönetim mahkemesinde) dikkat çektiği, “mâsum olan efkâr-ı umûmiye (kamuoyu), yalancı, bunak ve gayr-ı mümeyyiz (doğru ile yanlışı ayırt edemez) addolunarak” cerbezeli yanıltma ve aldatmalardan medet umuluyor.
Ve “Bir fırka (parti) kendisine bir imtiyaz takıp, herkesin en hassas nokta-i asabiyesine (hassasiyetlerine) dâima dokundura dokundura zorla herkesi meşrutiyete (demokrasiye) muhalif gibi gösterse” tesbitiyle takbih ettiği işgüzârlığa başvuruluyor. (Divan-ı Harb-i Örfi, 47-48)
Türkiye, bir an evvel bu anafordan çıkmalı.