7 Haziran seçim sonuçlarının askıya alınmasıyla alelacele gidilen 1 Kasım seçim sonuçlarının şüphesiz birçok sebebi var. Seçim analizlerinden kayda değer önemli dersler çıkarılıyor.
Sebeplerin başında, 7 Haziran’da tecelli eden millet irâdesinin, Meclis’e yansıyan tablonun siyasete ve iktidara yansımaması olduğu görülüyor.
Bilindiği gibi, siyasî iktidar, 7 Haziran’da sandıktan çıkan millet irâdesini tanımadı. Buna mukabil, seçimin hemen ardından MHP yönetiminin yüzde 60’ı bulan muhalefetle birlikte hareket etmeyeceğini daha baştan açıklaması ve özellikle 80 milletvekiliyle Meclis’e giren HDP ile hiçbir koalisyonda yer almayacağını peşinen deklâre etmesiyle daha baştan siyaset tıkandı.
Oysa bütün muhalefet partileri, seçim sürecinde başta 17-25 Aralık olmak üzere yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık soruşturmalarının ve iddialarının yargının önüne getirilmesi, yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanması, Cumhurbaşkanının Anayasadaki partilerüstü tarafsız konuma getirilmesi, hak ve özgürlük ihlâllerinin önünün alınması vaadini vermişlerdi.
Muhalefetin çoğunluğuna rağmen Meclis Başkanlığının göz göre göre AKP’ye kazandırılması, sürecin ilk kırılması oldu.
Akabinde 45 günlük sürenin doldurulması taktiğiyle erken “tekrar seçim”e gidilmesi için oyalama aracı olarak kullanılan “koalisyon görüşmeleri”nden de MHP’nin bütün HDP’li formüleri dışlayıp, bu partinin desteklediği hiçbir koalisyonda olmayacağında diretmesiyle siyaset tam çıkmaza sokuldu…
“SEÇİM STRATEJİSİ”YLE
İşte tam da bu vetirede, Cumhurbaşkanı, “tekrar seçim”i devreye soktu. Bir yandan “çözüm süreci”nin dışlanmasıyla HDP’yi barajın altına itmeye çalışırken, diğer yandan bunun üzerinden MHP’nin “milliyetçi oyları” iktidar partisince devşirilmeye çalışıldı.
Bahçeli’nin -1 Kasım sonrasında da- yeniden dört partili Meclis’te “MHP’nin HDP’li hiçbir hükûmet denklemine yanaşmayacağı, dahası hiçbir koalisyonda yer almayacağı” ilânı, hatta “üçüncü seçim”i telâffuzu buna çanak tuttu. “Hükûmetsiz kalma” endişesiyle bu partiden kaçan “milliyetçi oylar” AKP’ye yöneldi.
Keza PKK’nın terörü tırmandırması, Kandil’in “terör tehditleri”, hergün şehid cenâzelerinin gelmesi, 7 Haziran’da HDP’ye verilen “stratejik emânet oylar”la Doğu-Güneydoğu’daki muhâfazakâr seçmeni bu partiden uzaklaştırıp yeniden AKP’ye yöneltti.
İşin gerçeği şu ki, 7 Haziran AKP’nin on üç yıllık savunmasıydı. Aslında 1 Kasım öncesinde de AKP yeni politikalar ortaya koymadı. Terörden ekonomiye, kutuplaşmadan “çözüm süreci”ne, Suriye’deki kargaşadan komşularla ilişkilerin bozulmasına dair çözümler önermedi. Seçmen, AKP’nin on üç yıllık icraatını değil, muhalefetin asgari ücret, taşeronluk, emekli maaşlarına zam gibi Davutoğlu’nun daha önce “umut tacirliği” olarak itham ettiği, ancak on üç yıldır yapamadıklarını vaadler dışında yeni bir şey söylemedi.
Bundandır ki, bütün analizler, 1 Kasım kanlı seçim sürecinin “terör” ve “istikrar” eksenine odaklandığında müttefik. 33 kişinin öldüğü Suruç ve en son 102 vatandaşın katledildiği “Ankara katliâmı”yla fecaate varan canlı bomba patlamalarıyla düşülen çatışma ortamında meydana gelen tablonun, 200’e varan şehidle, 500’ü aşan sivilin katledilmesiyle meydana gelen kaosta, iktidar partisinin “istikrar” söylemini öne çıkaran “seçim stratejisi”nin sonucu olduğu kabul ediliyor…
“TERÖR” ÜZERİNDEN “SİYASET”!
Vakıa şu ki, Ankara Başsavcılığının açıklamasıyla onlarca canlı bombanın nasıl sınırdan sızdığı, onlarca kiloluk patlayıcıyla Başkentin göbeğine kadar gelip üzerlerindeki bombaları patlattıkları, neden sahte kimlikleriyle tesbit edildikleri halde yakalanıp engellenemedikleri istihbarat ve emniyet zâfiyetinin hesâbı verilmeden, “terör” üzerinden “siyaset” dizayn edildi.
İktidar partisi sözcülerinin, “Bir koalisyon hükûmeti kurulup, koalisyon ortaklarının birbirleriyle geçinme sorunu yaşayacağı bir hükûmet modeliyle Türkiye’de geçim sorununu çözemeyiz. 1 Kasım’da da bir sonuç çıkarsa korkarım önümüzdeki sene de seçim olabilir” diye “AKP tek başına iktidar olana kadar seçim!” dayatması, sandıkta oldukça etkili oldu.
Kısacası, hükûmetin kurulamaması, terörün daha da tırmanması, kutuplaşma ve kargaşanın yaygınlaşıp derinleşmesi, ekonomik çöküş korkusunun pompalanması, sonuçları ortaya çıkardı.
7 Haziran sonrası verdiği iktidar değişikliğine verdiği imkânı değerlendirmeyip koalisyon kurmayan muhalefeti cezâlandıran seçmen, 1 Kasım’da siyasî iktidarın baş sorumlusu olduğu “terör” ve “ekonomik kriz”le “tehdit ve şantaj”ıyla güvenlik ve istikrar aradı…