Türkiye, bir buçuk yıl içinde dördüncü kez sandığa gidiyor.
7 Haziran seçimlerinden bu yana 200’e yakın asker ve polisin şehit edildiği, 500’den fazla vatandaşın katledildiği, terör başta olmak üzere birçok problemle boğuştuğu hengâmede yine zoraki seçime gidiliyor.
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve iktidar partisi sözcüleri her fırsatta “1 Kasım’da millet irâdesinin tecelli edeceğini” bildiriyorlar. Oysa 7 Haziran’da da millet irâdesi tecelli etmişti.
Peki, koalisyonu kurdurmayarak aylarca ülke önce “müstafi hükûmet”e, sonra “seçim hükûmeti”ne mahkûm edilip sandıktan çıkan millet irâdesi neden hiçe sayıldı?
Tesbit şu ki, siyasî iktidar, yasamanın iktidar kontrolünden çıkmasından korkuyor.
Bundandır ki, yargıyı hükûmetin emrine sokan, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu Adâlet Bakanı’na bağlayan oldu bittilerin hukuka göre düzeltilmesinden kaygı duyuyor. On altı kanalda iktidar temsilcilerini saatlerce verip muhalefeti dışlayan TRT ve devletin haber ajansı AA’nın eşit ve âdil yayın çizgisine çekilmesinden çekiniyor…
“KARARTMA STRATEJİSİ”YLE…
Son operasyonların dayanağı olan 25 Ağustos 2004 tarihli 481 sayılı “MGK kararı”nın kamuoyunca bilinmemesini istiyor.
Bu “karar” gereği Başbakanlık Uygulamayı Tâkip ve Koordinasyon Kurulu’nca bütün bakanlıklara ve devlet kurumlarına bildirilen, İstihbarat ve Emniyetin dinî cemaatleri “örgüt” kapsamına alıp cemaatleri izlemesi, fişlemesi ve hizmetlerinin engellenmesine dair “eylem plânları”nın açığa çıkmasından ürküyor.
Bu bağlamda, “MİT’in bundan sonra yapacağı tek işin, “paralel devlet yapılanmaları’ kapsamında tüm dinî cemaatleri/yapıları ‘öncelikli hedef’ gösterip, yurtiçi ve yurtdışı kaynaklı her türlü dinî vs. yapılanmaların hassasiyetle tâkibi”ne dair teşkilâta tâlimatının tartışılmasını istemiyor.
Keza İstihbarata operasyon dahil aşırı yetkiler veren “MİT Kanunu”nun tâdiline, yakalanan MİT TIR’larının Suriye’ye götürdüğü silâh-mühimmat iddialarının soruşturulup yargılanmasına bariyerler koyuyor. Görevleri gereği olayın üzerine gidip soruşturan güvenlik güçlerini, savcıları ve hâkimleri tutuklayıp yargılatıyor.
Bu arada iki canlı bombanın, başşehrin göbeğine kadar gelerek binlerce kişi arasında patlatılmasıyla 102 kişinin can verdiği ve yüzlercesinin yaralandığı Ankara katliâmında açığa çıkan önleyici istihbarat zaafının ve güvenliğin çöküşü fecaatinin konuşulmasını istemiyor.
İçişleri Bakanı’nın “Güvenlik zaafiyeti yok, tedbirleri alındı” savunmasına karşı, “Güvenlik tedbirleri alındığı halde bu kadar vahim bir patlamayla bu kadar insan ölüyorsa, güvenlik zaafiyeti olsa ne olacak?” sorusunun üstü örtülüyor.
Tıpkı 43 vatandaşın bombalandığı Uludere fâciasının, 53 insanımızın katledildiği Reyhanlı patlamasının, onlarca kişinin öldüğü Adana ve Mersin bombalarının, Diyarbakır mitinginin ortasındaki patlamanın, 34 insanımızın öldürüldüğü Suruç olayının perde arkasının aydınlatılmayıp devletin derin dehlizlerine kaybedildiği gibi...
1 KASIM’DA DA İKTİDAR OLAMAZSA?
Özetle, Cumhurbaşkanı ve siyasî iktidar, başında olmadığı bir koalisyona asla râzı değil. Çoğunluğunu kaybettiği, kontrol edemediği bir Meclis yapısından fevkalâde rahatsız.
Peki, anketlere göre 1 Kasım’da da aynı sonuçla ve aynı Meclis tablosuyla AKP tek başına iktidar olamayıp bir defa daha koalisyon zorunluluğu çıkarsa, iktidar ve Saray ne yapacak?