Yönetim Kurulu Başkanımız Yavuzyiğitoğlu Medyascope TV’de yayınlanan özel yayında konuştu: Bizi yaftalamak kimsenin haddi değildir.
“Bizim geçen 50 sene zarfında da, bugün de veremeyecek hesabımız olmadı” diyen Yönetim Kurulu Başkanımız Ömer Yavuzyiğitoğlu, “Bizi olmadık iddialarla bir yerlere oturtmaya çalışmaları kimsenin haddi değildir” dedi.
Birinci Bölüm: Cemaatler toplumun bir parçasıdır
***
İkinci Bölüm
Medyascope TV’de yayınlanan Murat Aksoy’un hazırlayıp sunduğu özel yayına katılan Yeni Asya Medya Grup Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Yavuzyiğitoğlu ve Genel Yayın Yönetmenimiz Kâzım Güleçyüz cemaatlere yönelik oluşturulan algı operasyonlarını ve Yeni Asya’nın duruşunu anlattı.
Biz her türlü sıkıntıyı ve çileyi yaşayarak bugünlere geldik
Murat Aksoy: Genel Yayın Yönetmeni olmanız hasebiyle soruyorum, bir tehdit bir mesaj alıyor musunuz? Sizlere somut olarak bir baskı oluyor mu? İlân ve reklâmlarla alâkalı sorunlar yaşıyor musunuz?
Korkunç bir korku atmosferi var şu anda. Reklâm vermeyi düşünenler bile o korkudan dolayı reklâm veremiyorlar. Biz kendi yağımızda kavrularak bu günlere geldik. Kimseden bir şey almadan, kimseye muhtaç olmadan kendi okurumuzun desteğiyle. Zübeyir Gündüzalp gazeteyi kurarken gazetenin ekonomik anlamda tek başına yoluna devam edemeyeceğini anladığı için, bir de yayınevi kurmak gerektiğini ifade etmiş ve yayınevi öyle kurulmuş. Ama bugünün şartlarında, yayınevi gelirleri, kitap gelirleri de kitaba ilgi çok düştüğü için yeterli olmuyor. OHAL’in kalkmasından sonra bu saldırılar da gelmeye başladı. Bunlar bizi tedirgin etmez. Biz bunların çok daha ağırlarını yaşadık geçmiş dönemlerde. 12 Eylül döneminde gazetemizi 470 gün kapattılar. Farklı tarihlerde farklı sürelerle. 28 Şubat’ta 1 ay kapatıldık, resmî ilân kesme cezaları verildi. Bu dönemde de benzer sıkıntılar yaşadık. Biz her türlü sıkıntıyı ve çileyi yaşayarak bugünlere geldik. Alışkınız. Ayakta kalmamızın sırlarından biri de muhtemelen budur. Devletten tek kuruş almadık biz. Bize bu noktada kimsenin söyleyebileceği bir şey yoktur.
Bu büyük bir kırılma
Murat Aksoy: Siz son günlerdeki cemaatlere karşı operasyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ömer Yavuzyiğitoğlu: Cemaatler daha çok toplumun, insanların dinî hayatlarıyla meşgul olması lâzım. Hizmetlerini bu konuda yoğunlaştırması lâzım. Böyle gündelik mevzulara çok fazla girince ister istemez bir takım problemler devreye giriyor. Bir de şunu kabul etmek lâzım; Türkiye kendine mahsus şartları olan bir ülke. Bu durumlar bazen malzeme olarak da kullanılabiliyor. 28 Şubat bu konuda net örneklerden bir tanesidir. Baskınlar, operasyonlar… Tabii bunlar kabul edilebilir şeyler değil. Cemaatler kullanılmaya elverişli hale gelince böyle durumlar maalesef kaçınılmaz oluyor. Bu tarz hizmet yapan insanların dikkat içerisinde olması lâzım. Geldiğimiz noktada iş o hale geldi ki adam diyor ki; “Bu Müslüman mı?” “Evet” deyince “o zaman ben Müslüman değilim” diyor. Bu büyük bir kırılma.
Siyaset cemaatlerin konusu olmamalı
Cemaatlerin ve tarikatlerin esas bu konu üzerinde dikkatlerini yoğunlaştırmaları lâzım. Siyaset neticede günlük bir hadisedir. Bir de tabii hikmet-i hükümet meseleleri falan cemaatlerin konusu olmamalı. Nihayetinde halkın iradesine partiler müracaat ediyor ve oradan aldığı neticeye göre hükümet oluyor veya muhalefet oluyor. Dolayısıyla şimdi cemaatlerin veya tarikatlerin kalkıp kendini hükümet yerine koyması, idare yerine koyması veya devletin bir parçası haline getirelim denmesi son derece yanlış. Zaten yaşadığımız yakın geçmiş bunun canlı örnekleriyle dolu. Tabiî hakkaniyetten de uzaklaşmamak lâzım. “Ben cemaatim, en iyi ben düşünüyorum” gibi söylemler oldukça yanlış. “En doğru benim işimdir, benim eserlerimdir, benim cemaatimdir, benim düşüncemdir” demek yanlış şeylerdir.
Toplum olarak moral anlamında da muazzam bir çöküntü var ve bunu el birliğiyle gidermek lâzım. Devleti idare edenler de sivil toplumda önde gelen fikir erbabının bu konuda yoğunlaşması lâzım. Bunun sağı, solu, ortası olmaz. Hepimiz bu geminin içerisindeyiz. Bu gemi battığı zaman herkes batar. Biz kendimizi bir deniz feneri gibi tarif ediyoruz. Hiçbir cemaatin oy yüzdesi yüzde 1,2’yi falan geçmez. Özelliği şuradadır; Bize itimadınız varsa bu adamlar nereye bakıyor, bu adamların baktığı yer doğrudur dedirtecek sizin üzerinizde bir kanaat oluşturmuş isek, tamam bu gemi batmaz, bu adamlar doğru işler yapar dersiniz. Cemaatlerin ve tarikatlerin bu konu üzerinde yoğunlaşması lâzım. Toplum olarak topyekûn toparlanmamız lâzım.
Cemaatlere kurulan tuzak işletildi
Murat Aksoy: Sizin geçenlerde yazdığınız bir yazıda geçen ‘Toplumu cemaatlerden soğutup uzaklaştırmak için yoğun propagandalar yapılıyor’ cümlelerinin üzerinde tarih olmasaydı 1997 Ocak veya Şubat’ında yazılmış bir yazı olduğunu düşünebilirdim. “Şu an ki iktidar 28 Şubat’tan daha beter gidiyor cemaatlerin üzerine” diye de bir yargı var toplumda, siz buna katılır mısınız?
Kâzım Güleçyüz: Biz yayıncılık üzerinden giden ve Nurculuğun ana kolunu oluşturan bir ekolüz. Bizim öyle bir gündemlerimiz hiç olmadı, bu yüzden devleti yönetmek gibi bir gündemimiz yok. Çünkü Said Nursî diyor ki: Bizim işimiz Nur’la, siyasetle işimiz yok. Ve bu tâ Asr-ı Saadet’e dört halife zamanındaki uygulamalar, oradaki prensiplere dayandırarak Said Nursî izah ediyor ve açıklıyor. Burada cemaatlerin de toplumun manevî hayatını zenginleştiren manevî organizasyonlar olarak kalmaları lâzımdır. Cemaatleri dejenere edecek en önemli iki tuzaktan bir tanesi ticarîleşmektir, bir tanesi de siyasîleşmektir. Maalesef bu tuzaklar işledi. Bu tuzakların işlenmesinin neticesidir bu yaşadığımız sıkıntılar.
Burada diyorsunuz ki 28 Şubat’tan beter. Maalesef 20 Temmuz OHAL sürecinde o 2 yıllık uygulamada 28 Şubat’ta bile yaşanmamış mağduriyetler yaşandı. Birçok temel hak ve özgürlükler kullanılamaz hale geldi. Kişi hak ve özgürlüklerinden tutun, mülkiyet hakkı, girişim özgürlüğü, kayyım atamaları birçok holding, şirket ve bütün mal varlıklarına el konuldu. İnsanlar işten çıkarıldı, bütün hakları ellerinden alındı. Emeklilik hakları gasp edildi. Sosyal güvenlik hakları ellerinden alındı ve gözaltılar, tutuklamalar. Başörtüsü serbest deniliyor. Biz bunun mücadelesini çok verdik. 28 Şubat’tan bu yana. Şimdi ise on binlerce başörtülü hanım var içeride. Bebekler var. Bunlar kabul edilebilir şeyler değil.
Bu derece yaygın tutuklama furyası yoktu
28 Şubat’ta evet baskılar vardı, ama bu derece yaygın tutuklama furyası yoktu. İhraç furyası yoktu, bu kadar mağduriyetler yoktu. Biz o dönemde bir ay kapatıldık. Defalarca Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde hakkımızda dâvâlar açıldı. Yönetim Kurulu Başkanımız Mehmet Kutlulular o dönemde ‘Deprem İlâhî İkazdır’ dediği için 17 Ağustos Depremi’nden sonra hapis yattı. Sırf bu ifadesinden dolayı verilen bu ceza infaz edildikten sonra AİHM’de bozuldu. Türkiye’yi haksız buldu AİHM. Böyle bir ayıba da imza atılmış olundu. Netice olarak, evet 28 Şubat’ta çok büyük haksızlıklar yapıldı, ama şu anda yapılanlar 28 Şubat’tan çok daha ileri boyutta ve ciddî mağduriyetlere sebebiyet vermiş durumda.
Dini cemaat ve tarikatler daha dikkatli olmalı
Murat Aksoy: Siz katılıyor musunuz bu duruma?
Ömer Yavuzyiğitoğlu: Evet katılıyorum. Esas itibariyle mesele biraz şurada gelip duruyor. Eğer dinî cemaatler özel olarak da Nur cemaatlerinin asla devlette orayı veya burayı ele geçirmek gibi bir derdi olmadı. 25-30 sene önce Deniz Kuvvetleri’ni şunlar ele geçirdi, Hava Kuvvetlerini bunlar ele geçirdi. Emniyet şöyle oldu, yani durum böyle ise bunun tedbirini almak lâzım. O gün bunun tedbirini almıyorsun, şimdi bu meseleyi bir yere bağlamış oluyorsun. Dolayısıyla bu tür hadiseler tabii dindarları da ikiyüzlü hale getiriyor. Riyakâr hale getiriyor. Vakti geldiği zaman da bir yerlerden düğmeye basılıyor, onun hesabı görülmeye çalışılıyor. Bunun için de herkesin dikkatli olması lâzım. Dinî cemaat ve tarikatlerin bin kere daha dikkatli olması gerekiyor. Çünkü bunda öncelik devlettir. Toplumun vicdanı olmak noktasını asla bir saliselik vakitte dahi olsa gözden kaçırmamak gerekiyor. Daha düne kadar “ne istedin de vermedik” noktasından bugün bu noktaya geliniyorsa, şayet o zaman bir yerde bir problem var demektir.
Haksızlığa karşı çıkmak Müslümanın görevidir
Evet, devlet kendi mekanizmasını çalıştırır, ona diyecek hiçbir şey yok. Burada bir haksızlık söz konusuysa bir mü’minin o haksızlığa taraf olması beklenmemelidir. Bu ikiyüzlülük olur çünkü. Bunun illa dindar olması gerekmiyor. Diyelim ki ateist birisi olabilir. İnsan olarak bir haksızlığa maruz kaldıysa, buna karşı çıkmak mü’minin görevlerinden bir tanesidir. Bizim öteden beri zaten duruşumuz nettir. Bunun bedellerini de çok ağır bir şekilde ödeyerek gelen bir cemaatiz. Bizi bilen en iyi aygıt devlettir. Çünkü hiçbir gizli kapaklı işimiz olmadı. Hesabını veremeyeceğimiz hiçbir işimiz olmadı. Bizim zaten derdimiz anlaşılmamak. Gayretlerimizden bir tanesi daha anlaşılır hale gelmek. Her yerde birtakım yanlışlıklar olamaz mı, olabilir. İnsanın olduğu her yerde bir yanlışlık olabilir. Burada tabii mensubu olduğu cemaat sıkıntıya düşürülür bu manada. Hem de temsil ettiği düşünceyi sakat hale getirir. Bu yüzden uzak durmak lâzımdır. Devleti ele geçirmek, iktidara hâkim olmak bunlar doğru şeyler değil.
Bizimle uğraşanların geçmişlerine bakın
Murat Aksoy: İktidara yakın olduğunu bildiğimiz bir hanım yazar. Cemaatiniz ile ilgili son zamanlarda eleştirel bir takım şeyler yazmaya başladı. Bu sizde planlı, programlı düğmeye basıldı bir yerden hissiyatı veriyor mu?
Ömer Yavuzyiğitoğlu: Bu tür meseleler o kişi olabilir, başka bir kişi olabilir, o kişiden kaynaklananın olmadığı açıktır. Açık ve net konuşmak lâzımdır. Bizi değerlendirmek o hanımı aşar, kapasitesini de aşar, kariyerini de aşar. Demek ki birileri onun önüne kâğıt koymuş olmalı ve o da okumuş olmalı bu kadar nettir. Bizim ona buna cevap vermek gibi bir derdimiz hiçbir zaman olmadı. Demin de ifade ettiğim gibi bizi öğrenmek istiyorlarsa gelip bizi hesaba çekebilirler. Eğer veremediğimiz bir hesabımız varsa tamam… Bizim geçen 50 sene zarfında da olmadı, bugün de veremeyecek hesabımız olmaz. Anlaşılıyor ki yani böyle efendim onun üzerine giderek, bunun üzerine giderek kendini saklamak. Bu ve buna benzerleri araştırın. Özellikle bu son tahlilde Yeni Asya olarak bize bu hücum edenleri araştırın. Daha düne kadar bunlar ‘FETÖ’ dedikleri meselede onlarla beraber her gün iş tutmuş insanlar.
VEREMEYECEĞİMİZ HESABIMIZ YOK
Bizim ise bu noktada verilmeyecek hiçbir hesabımız yok. Niye? Çünkü biz 1974 senesinde Gülen’le yolunu ayırmış bir cemaatiz ve bu bunu da adını en üst noktadan, en üst seviyeden Mehmet Kutlular’ın ağzıyla deklare etmiş bir cemaatiz. Düşmanı filan değiliz. Hiçbir cemaatin de düşmanı değiliz. Bakın işte şimdi bu hanımın dününe bakın, bir evvelki gününe bakın. Tümünün ortak paydası daha düne kadar o cemaatten bir şey nemalanmış, geçimini oralardan temin etmiş insanlardır. Bu kadar açıktır bu iş yani. Şimdi kalkıp yani böyle uyanık davranmak suretiyle gelip bizi böyle amiyane tabirle torbaya atmak hiç kimsenin haddine filan değildir. Bunu şimdiye kadar hiç kimse yapamadı. Bunlar da yapamaz. Bunların da boyunu aşar.
Bedel ödemeye hazırız
Biz hesap veririz. Çile çekeriz. Çektik de nitekim. İşte biraz evvel ifade edildiği gibi ‘Deprem İlâhî İkazdır’ dediği için Mehmet Kutlular içeri girmiş oldu. Daha başka ağır bedeller de ödedik. Yine de daha ağır bedeller ödemeye biz hazırız. Ama bizi şimdi olmadığımız yere oturtmaya kalkıldığı zaman, bunu da kabul edemeyiz. Yani sağ tarafına yumruk vurulunca sol tarafını gösteren bir cemaat falan da değiliz.
İddialarını ispatlasınlar
Murat Aksoy: Ama anlaşılan o ki ‘FETÖ’cülük değil tabi ki, ama en azından ‘FETÖ’ye arka çıkmakla itham ediliyorsunuz. Şöyle ki ‘Aranan FETÖ’cülerin peşini bırakın’ imasında bulunduğunuz söyleniyor.
Kâzım Güleçyüz: Ben ona cevap verdim sosyal medyadan. Biz hiçbir görüşümüzü ima ederek filan ifade ediyor değiliz, etmemişizdir bu güne kadar. Bizim hatta daha ilerisini yazdılar yurtdışına kaçmak isteyenlere yardımcı oldular, sakladılar filan gibisinden saçma sapan. Biz onlara dedik ki ispatlayın varsa, bir iddia ortaya koyuyorsanız ispatlayın. Şimdi bizim derdimiz şu; burada deniyor ki işte kendileri tasnif ettiler ‘ihanet, ticaret ve ibadet’ diye, ama en çok zararı gören ibadet kısmı. Ve burada bu insanların, kim olursa olsun yani tamamen farklı dünya görüşlerine de sahip olabilir. Hukukun temel kriterleri, ceza yargılamasının temel kriterlerinden asla sapılmaması lâzım. Nedir bunlar? Bir defa en temel kriterlerden bir tanesi masumiyet karnesidir. Yani suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu ilân edilemez. İkinci olarak suç ve ceza şahsîdir. Yani suçu kim işlediyse dinimizde emreder bunu. Kur’ân’da kaç tane âyet var bu konuda tekrar tekrar. Ve adil yargılanma hakkı, savunma hakkı.
Ege’de, Meriç’te facialar yaşandı
Şimdi bu yeni düzenlemeyle beraber, ihraç edilenlere ancak şimdi savunma hakkı verdiler. 2 yıllık uygulamada çıkarılan o 130 bin kişi civarındaki ihraç edilen insana bu hakkı vermediler. Yeni düzenlemede verdiler. İşte bu kriterlere uyulsun. İstediğiniz insanın peşine düşün. Ama bir takım insanlar benzerlerinin durumuna bakınca paniğe kapılıyorlar ve işte facialar yaşanıyor. Ege Denizi’ndeki facia, Meriç’teki facia. O bebeklerin can vermesi. Kim bunlara dayanabilir, katlanabilir? İşte vicdan diye bir şey dedi Ömer Bey. Yani vicdan kriterinin bu olaylarda eğer devreye girmesi söz konusu olmayacaksa ne zaman devreye girecek? Yani bizim ima gibi bir şeyimiz söz konusu değil. Tabiî ki suçlular bırakılsın gibi bir derdimiz de asla yok, olamaz. Ama hukuk, bu ifade ettiğim kriterler çerçevesinde işlesin.
Ergenekon döneminde de çok tartışılmıştı
Yargılamalar hukuk kriterlerine uygun şekilde yapılsın. Tutuklamalar istisnaîdir. Bunu söyleyenler oldu, ama buna itibar edilmiyor bu son furya da. Bu son tutukluluklar Ergenekon, Balyoz döneminde de bunlar çok tartışıldı. Anayasa Mahkemesi o zaman bir karar verdi. Bunlar hukuka uygun değil diye. Ondan sonra tahliyeler başladı. Benzer bir kararın şu anda da verilmesi lâzım, ama Anayasa Mahkemesi de bu dönemde baskı altında olduğu için maalesef kendisinden beklenen hukuku gözetme, hukukun temel kriterlerini gözetme vazifesini maalesef lâyıkıyla yapamıyor.
Murat Aksoy: Eklemek istediğiniz bir şey, eksik kalan bir nokta var mı?
Ömer Yavuzyiğitoğlu: Amerika’yla ilişkilerde gelinen son noktayla alâkalı birkaç şey söylemek istiyorum. Bu durum ancak kabile devletinin yapabileceği bir durumdur. Yani kaba bir tabirle bir haydut anlayışının sonucu. Fakat hal böyledir, ama bir de tabi başka bir tarafı var. Bediüzzaman Said Nursî’nin Hutbe-i Şamiye diye böyle bir kitabı var. Burada tam da şu anda olan hadiseyle alâkalı olduğu için yerinden okumak istiyorum. Şöyle diyor: “Asya Kıt’ası’nın ve istikbalinin keşşafı ve miftahı, şûradır. Yani nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt’alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki üç yüz belki dört yüz milyon İslâm’ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki o hürriyet-i şer’iye, âdab-ı şer’iye ile süslenip Garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır. İmandan gelen hürriyet-i şer’iye, iki esası emreder’’ diye böyle devam ediyor.
Bir de bizim her konuda net duruşumuzu da yine aynı Hutbe-i Şamiye’den bir paragraf ifade ediyor; “İman, tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek ve zâlimlere tezellül etmemeyi iktiza eder. Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz. (Allah’ı tanımayan, her şeye, herkese nispetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder.) Kendinize Allah’tan başka Rab yapmayınız.” dolayısıyla burada şimdi Allah korkusu kâfi. Başka birisinden korkmanın âlemi filan da yok.
Netice Kübra Görentaş - Lütfiye Kef - İstanbul
-SON-