Son yıllarda siyasi atmosferimizin durumu bazı genç arkadaşlarımızı apolitik hale getirdi.
Siyasilerden bıkmış olmak ve ekonomik daralmanın verdiği karamsarlık bunun başlıca sebeplerinden. Esasında apolitik olmak da bir politik tavırdır ve sonuçları olacaktır. Ancak apolitik ve gelişmelere duyarsız bir jenerasyon kendi geleceğinin inşasına yön veremez. Bunun sonucunda başına gelenlerden bir nebze de olsa sorumlu olur.
Biz genç arkadaşlarımızın belli ölçüde politik olması gerektiğini düşünüyoruz. “Hepiniz gidin siyasi partilere üye olun” demek değil bu. Politik olmak için öncelikle yapmamız gereken bulunduğunuz sosyal ve ekonomik durumu sorgulamak ve eleştirmek olacaktır. Siyaset üzerine, ahlak üzerine, din üzerine, hukuk üzerine okumalar yapmak ve ön kabuller olmadan mevcut durumumuzu iyileştirmeye çalışmak. En önemlisi de umutsuzluğa düşmemek. “Roma tek günde inşa edilmedi” değil mi?
Politik olmanın en önemli şartıda eleştiriye açık olup farklı fikirleri tahammül edebilmek. Bu da ancak uzlaşma merkezli bir bakış açısıyla farklı fikirlerle etkileşime geçerek olacaktır. Toplumların kollektif hedeflerine ulaşmasının şartı uzlaşmaktır ve uzlaşma sürecinde de politik olmak kaçınılmazdır.
Peki nedir “toplumların kollektif hedefleri”? Bu soruya bir çok cevap çıkar ama en temel ve asla bitmeyen bir amaç “demokratik olmak” denilebilir. İdeolojik anlamda “batılı bir demokrasi anlayışından” bahsetmiyoruz. Müzakere, istişare ve uzlaşının merkezde olduğu bir toplum ve devlet demokratik olacaktır. Demokratikleşmenin de sabır gerektiren bir süreç olduğunu unutmamak lazım.
Arjantinli siyaset bilimci Guillermo O’Donnell demokratik rejim olma serüvenini “iki geçiş” kavramıyla açıklamaya çalışır. Birincisi, önceki otoriter rejimden demokratik bir hükümetin kurulmasına geçiştir. İkinci geçiş ise bu hükümetten demokrasinin konsolidasyonuna ya da başka bir deyişle demokratik bir rejimin etkin bir şekilde işlemesine geçiştir. O’Donnell’a göre ikinci geçiş ne daha az çetin ne de daha az uzun olacaktır; demokratik bir hükümetten demokratik bir rejime giden yollar belirsiz ve karmaşıktır ve otoriter gerileme olasılıkları çoktur.
Türkiye’nin demokrasi serüvenini de güzel anlatıyor bu model. 1946’ya kadar tek parti rejimiyle yönetilen Türkiye ilk meşru seçimlerini de ancak 1950’de yapabilmişti. Ancak bundan sonra da işler rayına oturmadı. Öncelikle yeni hükümetin devraldığı sistem “tek parti rejimi” sistemiydi. Bu sistemde yasama organının denetlenebileceği demokratik mekanizmalar eksikti. Bu sebeple 1950’lerin ikinci yarılarında Demokrat Parti tek parti döneminin kötü alışkanlıklarına meyletmişti. Tek parti döneminde büyüyen “elitler” ve hegemonyası sarsılan ordu bunun intikamını 1960’da yapacakları bir darbeyle vahşice almıştı.
Takip eden yılları ve demokrasi serüvenimizi özetliyor aslında bu 10 yıllık süreç bile.
Öyle veya böyle sebeplerden dolayı Türkiye hala O’Donnell’in modelinde ikinci geçiş yolunda. Bazen geri gidiyor bazen ileri... son yıllarda çoğunlukla geri…
Başa dönersek…
Bazı arkadaşlar apolitik ama hepsi değil. Gördüğümüz kadarıyla yaşanılabilir, özgür ve demokrat bir gelecek isteyen gençler politik tavırlar alıyor. Bu tavırlar bir siyasi partinin peşinden gitmekten öteye giderek yerleşik algıları sorgulamak ve diğer toplumlardan kıyas alarak yeni modeller düşünmek şeklinde ortaya çıkıyor. Bu arkadaşlar dünya gelişmeleriyle de ilgileniyor ve kendi süzgeçlerinden geçirerek gelecek projeksyonları yapıyor. Uzlaşma kültürü edinenler fikirlerini değiştirebiliyor ve bundan utanmıyor.
Fikirlerden ve sorgulayanlardan korkulmaz. Baskı yalnızca karamsarlık, apati ve apolitiklik doğuracaktır. Fikirlerin adilce rekabet ettiği bir piyasada her zaman ekseriyetle müsbet fikirlere rağbet edilecektir.
Fikrine güvenen önce o adaleti sağlamalı ve istemeli.