Sömürgecilik yarışında İngilizlerin gerisinde kalan Fransızlar 18. yüzyılın sonlarında Mısır’ı gözüne kestirmişti ve kendi Hindistanları yapmayı hedefliyordu. Mısır konumu, ticari kapasitesi ve kültürel zenginliğiyle muazzam bir sömürge adayıydı.
Fransızların önünde iki engel vardı. Öncelikle Mısır yüzyıllardır Osmanlı’ya bağlı olan Memlüklerin kontrolündeydi. Bu kolay kısımdı ve çözümü savaşarak o direnci kırmaktı. İkinci ve esas “sıkıntı” yerel halkın Fransız kontrolünü içselleştirilmesinin nasıl sağlanabileceği idi. Sürekli isyan eden bir ülke rahat sömürülemezdi. İtaatı sağlamanın yolu kabakuvvet de olamazdı.
Bu sebeple başta bu maceranın generali olan Napolyon ve diğer Fransız düşünürler Mısır’ın kültürü üzerine çalışmalar yaptılar.
Fransız İhtilalinin üzerinden çok geçmemişti. Cumhuriyetçi ve Katolik karşıtı karakterli Napolyon’a Hz. Muhammed (sav)’in hayatı ve Kur’an son derece ilgi çekici gelmişti. Cahiliye dönemi putlarının yıkılmasını ve kabileci ve ırkçı sosyal yapının yerini İslam’ın emrettiği hakkaniyet, eşitlik ve hoşgörüye terk etmesini hayretle okuyan Napolyon, cahil bir toplumum bu hızlı dönüşümüne hayran kaldı. Ona göre Muhammed (sav) tarihin gördüğü en büyük generallerin başında geliyordu. İslam tek tanrıya bağlı, Cumhuriyetçi ve eşitlikçi bir dindi. O bir reformcuydu ve Fransız İhtilaliyle bu olaylar arasında bir bağ kurdu. Fransızlar’ın Papalık tahakkümünü kırmasını “putları yıkmak” olarak gördü.
Mısır halkına seslenirken de bu bağdan söz etti, hatta kendisini ve askerlerini Müslüman ilan etti. Elbette Mısır halkının çoğunluğu ve tarih onun bu yaklaşımını çok samimi bulmadı. Ne de olsa işgalciydi ve direnişe karşı acımasızdı. Mısır halkı sıkça isyan etti, kan döküldü ve zaferlerle başlayan Mısır macerası Napolyon ve Fransa için hüsranla bitti. Tarihçiler Napolyonun Mısır’dan ayrılırken bile hem İncil’i ve hem de Kur’an’ı sık sık okuduğunu aktarıyordu.
Napolyon sonrasında İmparator da oldu. Hayatı kitaplara sığmayacak zaferler, yenilgiler ve derslerle dolu. O hayatın son dönemleri de İngiliz gözetiminde sürgün yaşadığı, Atlantik okyanusunda kıyıya yüzlerce kilometre uzakta, St. Helena adasında geçti.
Napolyon’un İslam ve Hz.Muhammed (sav) ilgisi hayatı boyunca devam etmiş, hatırâtında da yer bulmuştu. Yanında taşıdığı Kur’an’ın ön kapağına “Tanrıdan başka tanrı yoktur” yazmıştı. Hristiyan gelenekten gelen biri olarak teslisi reddediyordu. Bunu Mısırda da dile getirmişti. Hz. Muhammed’in (sav) mükemmel bir general olduğundan sıkça söz ediyordu. Onun “reformlarını” savunuyordu ve Fransa için de geçerli olduklarından söz ediyordu.
Napolyon Fransız İhtilalinden etkilenmiş monoteist bir felsefeciydi aslında. Tıpkı ihtilal Fransası gibi o da kendi rasyonalitesini rehberi edinmişti. Katolik karşıtlığından gelen bu anlayış, ona, Hz. Muhammed’i (sav) peygamber değil, kendisinin yapamadıklarını yapabilen mükemmel bir general olarak gösteriyordu…
Son nefesinde fikri böyle miydi bilinmez.
Ama Napolyon gibi liderlerin göz ardı ettiği husus şu: Bir elinizde reform/inkilap fikri, diğer elinizde sopa/topuz olursa başarılı olamazsınız. “Sopa” son çare olarak müdafaa için şarttır ama hak olsa bile acıtır, kalplerde yara bırakır, Mısırlılarda olduğu gibi.
Çağdaşlarından bin yıl geride olan bir toplumun içinden; hukuku, fenleri ve sosyal bilimleriyle bütün dünyaya yayılan bir medeniyet çıkarmak ancak akılların ve kalplerin fethiyle yakalanabilecek bir başarıdır. İslamiyet, Napolyon’un tabiriyle, kendilerinden önceki medeniyetlerin bin yılda yapamadığını on beş yılda başarmıştır. Ama bu sayede.
Günümüz Müslümanlarının sopayla/topuzla yeniden inşa çalışmaları süre dursun…
(Not: Bu yazının ana kaynağı tarih profesörü John V. Tolan’ın “Faces of Muhammed” kitabının 7. bölümüdür.)