Bir zamanlar bir genç, yaşadığı hayatın pişmanlığından, adamı olduğu mafya babasına ihanet eder.
Bu olayın ardından genç adam, mafya babasının gazabından korkarak hemen polise teslim olur. Yargılanır ve hapse atılır, ancak mafya babasının nüfuzu hapsedilmiş duvarları bile aşacak kadar güçlüdür. Bu sebeple genç adam, sürekli ölüm tehditleriyle karşı karşıya kalır.
Her gün, bir ölüm meleğinden kaçar gibi mafya babasının gölgesinden kaçan genç adam, paranoyak bir şekilde çevresini gözlemler. Kimseye güvenememektedir, sürekli tetiktedir. Geceleri uyuyamaz; kabuslar onu her adımında takip eder. Tehditler, gün geçtikçe artarak devam eder. Artık gençlik ateşi sönmüş olan bu adam, hayatının geri kalanını sırtını duvara dayayarak geçirir. Aslında mafya babasının amacı başından beri intikamını bir kerede almak yerine, her gün genç adamı işkenceyle yaşatmaktı. Onu her gün ölüme mahkûm etmek, ruhunu yavaşça kemirmek, ona her an korku salmaktı. Bu şekilde, genç adamın cezasını ölümden daha acı verici bir şekilde çekmesini sağlıyordu.
İfade özgürlüğünün yalnızca sözde var olduğu ve aslında sadece baskıcı rejimlerin kabul ettiği ölçüde var olabildiği ülkelerde tam da bu psikoloji yaşanmaktadır. Bir akademisyen veya gazeteci olarak doğru olduğunu düşündüğünüz bir fikri yazarken “acaba başıma bela gelir mi” diye kendinizi fark etmeden sansürlersiniz. Eğer fikirleriniz o rejimin hoşuna gitmezse işinizden olabilirsiniz, aileniz aç kalabilir ve hatta hapse girebilirsiniz. Ama bunların hiçbiri de olmayabilir. Başta anlattığımız hikâyeyi düşünün. Bazen bir şeyin “yaşanmış” olması için “korkusu” yeterli olacaktır. Kendinizi riske etmemek için elinize her kalem aldığınızda ve her klavye tuşuna bastığınızda “acaba?” diye düşüneceğiniz için aynı o hikayede olduğu gibi hayatınız bu bağlamda hep korkuyla geçecek ve korku aklınızı zapt edip sizin özgür bir şekilde düşünmenizi bile engelleyecek.
Bu tür bir baskı altında yaşayan insanlar, adeta duvarlar arasında sıkışmış gibi hissederler kendilerini. Her an bir tehlikenin kapılarını çalabileceğini düşünürler. Toplumda güven duygusu yok olur ve insanlar birbirine şüpheyle yaklaşırlar. Kimse kimseye tam olarak güvenemez, çünkü bir tehlike olabileceği düşüncesi herkesin zihninde sürekli dolaşır.
Tam da bu sebeple ifade özgürlüğü olabildiğince geniş yorumlanmalıdır. Kısıtlama yapılacaksa bu son son son son çare olmalıdır. AİHM içtihadına göre toplumun bir kısmını şok edici fikirler de bu özgürlükten faydalanmalıdır. Eğer “ama benim ülkemde bu olmaz” veya “benim bazı hususlarda tahammülüm yok” deyip insanları susturmak hoşunuza gidiyorsa, ortaya çıkacak aklen felç ve güvensiz toplumun mimarlarından biri de sizsiniz demektir.
“Ama bu kadar özgürlük olursa insanlar nahoş şeyler söyler?”
Bırakın söylesinler, eğer hakaret etmiyorlarsa veya açık bir şekilde şiddete çağrı yapmıyorlarsa bırakın söylesinler. Ama bu kriterler bile çok dar yorumlanmalı.
Ayrıca bazı fikirler sizi çok rahatsız edebilir, sinirlendirebilir hatta ağlatabilir. Bunu göze almazsanız tartışma kültürünüz olmaz, rasyonel fikirler üretemezsiniz ve asla karşı tarafı tam anlayamazsınız. Bu sebeple de elinizde “güç” olursa, rahatsız olmamak için başkalarını susturursunuz. Ancak “güç” el değiştirdiğinde de aynısı sizin başınıza gelecek, birileri de sırf rahatsız olmamak için sizi susturacaktır.
Bugün Avrupa’da Filistin lehinde yazdıkları yazılar yüzünden baskı ve haksızlığa maruz kalan insanlar üzerinden bazı ülkeler ve kurumları eleştiriyoruz. Ancak aynı hataya başka konularda bizim kurumlarımız da düşüyor ve yıllardır özgür bir akademik atmosfer yaşayamıyoruz. Baskı atmosferi o mafya babası gibi bizi tedirgin ediyor, hayatımızı rahat yaşamamıza engel oluyor.
İnsan hakları bu sebeple herkese lazım.