"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bir destandır Çanakkale Zaferi

Ahmet ÖZDEMİR
18 Mart 2015, Çarşamba
Osmanlı Devleti 1911 Libya ve Trablus, 1912-1913 Balkan Savaşlarından yorgun ve bitkin, aynı zamanda yenik çıkmıştı.

Bu durum, Rusların XV. Yüzyıldan, yani I. Petro’dan beri sistematik olarak uygulaya geldikleri sıcak güney denizlerine inme politikasını, İngiltere’nin İstanbul’u ikinci bir Cebelitarık yapma emellerini, Fransa’nın Ortadoğu hâkimiyetini pekiştirmek isteklerini fazlasıyla kolaylaştırmış izlenimi veriyordu.

İngiltere Deniz Bakanı Churchill, “Alınacak sonuç, uğranılacak kayıpları göze aldırtacak kadar önemlidir” sloganı ile harekete geçmiş, kıskanç Fransız politikacılarını da kendine uydurmuştu.

İtilâf devletleri, artık zorlayıp geçebileceklerini sandıkları kara harekâtı için hazırlıklarını tamamlamışlardı.

Buna karşılık Osmanlı cephesinde durumlar gözden geçirilmiş ve gerekli kararlar alınmıştır. Osmanlı Halifesi bütün Müslümanlara din uğrunda “cihad-ı ekber” ilân etmiştir.

Yıl 1914…

Ege Denizinde pek çok düşman savaş gemisi büyük ümitlerle Çanakkale istikametinde ilerliyordu. Takvimler 3 Kasım’ı gösteriyordu. İtilâf Devletlerine bağlı kuvvetler boğazlardan geçip dostları olan Rusya’ya yardım etmek istiyorlardı. Düşman çeteleri 70.000 askerle gelip Çanakkale Boğazı’na takılıp kaldılar. Osmanlı askerleri imanından aldığı cesaretle düşmanları karşısında adeta etten kale olmuştu. Düşman kuvvetleri takviye edildi. Sayı kısa sürede 500.000’e ulaştı. Şairimiz bu manzarayı şöyle tasvir ediyordu:

“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.”

Yarım milyon kişilik kuvvetin 400.000’i İngiliz, 79.000’i ise Fransız ordusundandı.

Cepheye savaşın sonuna kadar 700.000 Mehmetçik gönderdik. İçinde üniversite çağında ve gönüllü binlerce genç vardı. Mehmetçik bu savaşa sevinerek gitmişti. Düğüne bayrama gider gibi. Ağızlarında cenk türküleri duyuluyordu:

“Çanakkale içinde aynalı çarşı, 
Anne ben gidiyorum düşmana karşı.”

M. Âkif ise manzarayı uzaklardan seyrediyordu. Ama çocuklar gibi ağlıyordu. Acaba bu son istinatgâhımız da elden gidecek mi, diyordu. Düşman olanca gücüyle ve hıncıyla saldırmıştı Çanakkale’ye. Eski haçlı orduları gibi. Parçalamak ve yutmak için var gücüyle uğraşıyordu. 

Manzarayı şairimiz şöyle canlandırıyordu:

“Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi…Mahşer mi, hakikat mahşer. (...)
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk.
Sade bir hadise var ortada, vahşetler denk.”

“Ne idüğü belirsiz” kimseler boğaza hücum etmişlerdi. Adeta ölüm yağdırıyordu. Bu manzara karşısında muazzam ordumuzun askerleri lisan-ı haliyle âdeta şöyle haykırıyordu:

“Değil mi cephemizin sinesinde iman bir,
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir.
Değil mi sinede birdir vuran yürek… Yılmaz!
Cihan yıkılsa emin ol, bu cephe sarsılmaz.”

Düşmanın attığı top gülleleri Mehmetçiğin iman dolu göğsünde sönüyordu. Boğaz Harbi aylarca devam etti. Bütün yollar denendi. Düşman 18 Martta Çanakkale’nin geçilemeyeceğini anlamıştı. Ama geride binlerce ölü ve kayıp vermişti. Boğazın suları üzerinde nice firenk şapkası yüzüyordu. Pek çok gemi de suların altına gömülmüştü. 

Düşmanın bu savaştaki kayıp bilânçosu şöyle idi: İngilizler, 115.000 ölü, yaralı, esir ve geri gönderilen 90.000 hasta olmak üzere 205.000; Fransızlar ise 47.000 askerini kaybetmişlerdi. Çanakkale’ye getirdikleri yarım milyon askerin ancak yarıya yakını geri dönebiliyordu.

Düşman kadar biz de kayıp vermiştik. Akan şehit kanlarıyla tepeler sulanmıştı. Bizimkiler ebedî hayata, daha güzel bir âleme gittiler; şehit oldular, gazi oldular. Önceki şehitlere zafer müjdesi götürdüler. Dünyada ahiretin beratını aldılar. Namusunu çiğnetmemişti. “Çanakkale Geçilmez!” demişti ve düşman bunu aylar sonra anlayabildi. 

Millî şairimiz Âkif, savaş sonrası manzarayı şu mısralarıyla ne güzel tasvir etmiş:

“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, Ya Rab, ne güneşler batıyor!”

Şairimiz şehitlerimiz için çok şeyleri yapmak istiyor, ama hepsini az buluyordu. Onlar için kabir bulamıyordu. 

Ve sonunda şöyle seslenmekten kendini alamıyor:

“Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.”

Zamanın imkânsızlıkları içinde düşmanın üstün silâhlarına cesaret ve imanla karşı koyan Mehmetçiklerimiz, bir destan daha yazmışlardı. 

Okunma Sayısı: 3344
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı