Risale-i Nur’a bandrol yasağı başlayalı 500 gün oldu.
Şimdi, bazıları, “el insaf, isteyen Diyanet İşleri Başkanlığından bandrol alabiliyor, istediği kadar basabiliyor” diyebilir. Ama kazın ayağı öyle değil. Bandrol yasağından önce ayda ne kadar Külliyat basılıyordu, şimdi ne kadar basılıyor, bir araştırılsa işin vahameti görülecektir. Bu arada Diyanetin bastığı İşârat’ül İ’caz” da, kaç adet basıldı, kaç adet satıldı veya dağıtıldı, onu da bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir hakikat var ki, Risale-i Nur’lar üzerinde 500 günden beri bir bandrol kâbusu dolaşıyor. Bu kâbus aynı zamanda vatanın üzerinde de dolaşmaya devam ediyor. İnsaf gözü ile bakılsa, Risale-i Nur’a devlet bandrol yasağı ve devlet tekeli getirildikten sonra, ne felâketler yaşadık. Maden kazalarından tutun da, anarşi ve terör olaylarına kadar, musîbetler bir türlü yakamızı bırakmıyor. Zira Risale-i Nur, kendisine ilişenleri affetmiyor. Tabi bu arada kurunun yanında nice yaşlar da yanıyor.
Şimdi isterseniz bu yasağın nasıl başladığını bir kere daha kısaca hatırlayalım:
Bazılarının dediği gibi, Risale-i Nur’u koruma amaçlı, veya sadeleştirmeyi önlemeye yönelik, ya da nüsha birliği sağlamak için yapılmış bir hareket değildir. İktidar yetkilileri tarafından, önceden planlanmış, Nurcuları bölmek, parçalamak ve kendilerine râm etmek hareketidir. Sayıları 18’e ulaşan yayınevleri tarafından yıllarca serbestçe basılan ve dağıtılan, gerçek varisleri ve varisleri olduklarını iddia edenler tarafından hiç itiraz edilmeyen Risale-i Nurlar, ne oldu da 2014’e gelindiğinde bandrol yasağı ile karşılaştı? Kültür Bakanlığı, “biz şimdiye kadar her isteyene bandrol vermekle hata yapmışız” diyerek bir defa daha “yanıldıklarının” ve yeni uyandıklarını ifade etmeye başladı. Bu arada bazı Ağabeylerin mahkemeye başvurarak telif haklarının kendilerine ait olduğunu, hak kayıplarının önlenmesi için, Risale-i Nur basan yayınevlerinin kendilerine telif ücreti ödemeleri gerektiğine ait karar çıkarttırmak istedikleri anlaşıldı. Ama mahkemenin verdiği karar, onları hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü, Risale-i Nur’un kanunî mirascıları, ancak Bediüzzaman’ın kan bağı olan ve halen hayatta bulunanlar olduğu, onun için bu ağabeylerin Nur’un varisi olamayacakları şeklinde karar verdi.
Ama, Kültür Bakanlığı bir kere işin içine girmişti.
Torba Yasaya tıkıştırılan bir madde ile Diyanetin tekeline verilen Risale-i Nurların basım hakkı, ilgili kanunun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesiyle, hükümsüz kaldı ve Diyanetin tekelinden çıkmış oldu. Ama, kimin elinde olduğu da belli değil. Kültür Bakanlığı, daha önce aldığı bir kararla bandrol verme işini durdurmuştu. Şimdi Danıştay’da açılan bir dâvânın kararı bekleniyor. Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı Anayasa Mahkemesi kararından önce bazı yayınevlerine basım yetkisi verdi, onların da ne kadar bastığı ve dağıttığı da yine bilgimiz dışında Elhasıl, yüz yıldan beri Risale-i Nur’un başına böyle bir felâket gelmemişti. Hiç bu kadar uzun süre, basımı engellenmemişti. Yani, devlet Risale-i Nur’u ele geçirmiş, bırakmak istemiyordu. Netice itibariyle, bugün Risale-i Nur’un basım işi tam bir kördüğüm haline gelmiş bulunuyor. Öyle ki bu durum, artık düğümü atanları bile rahatsız etmiş olmalı ki, yetkililere başvurarak artık bu yasağın kalkmasını ister hale geldiler. “Artık bu yasak kalksın” demeye başladılar. Ama devlet, bir kere bu işi “tekeline” geçirmişti. Umarım, safdiller de anlamışlardır ki, bu devlete elini veren kolunu kurtaramaz.
Sadeleştirme işini bahane ederek, “biz Risalelerin devlet tarafından muhafaza edilmesini, devletin bu işe sahip çıkıp, korumasını istiyoruz” diyenlerin samimiyetleri sırıtmıyor mu? Tahrifatı önlemek için nasıl bir mücadele verdiler? Yeni Asya’dan başka, kimler bunun için samimî bir gayret gösterdi? Yeni Asya olarak, Risale-i Nur’un sadeleştirilemeyeceğini, bunun Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman Hazretlerine bir ihanet olduğunu, günlerce yazdık, çizdik, anlattık. Bu hususta “ Risale-i Nur Sadeleştirilemez” diye bir de kitapcık yayınladık. Diğerleri ne yaptılar? Sadece yasakladılar. Tahrifatçılara karşı tamiratla karşı koymak varken, “en iyisi toptan yasaklamak” deyip, bandrol yasağı getirmekle Risale-i Nur’u korumayı düşündüler. “Dar düşünceler, dar görüşler” demekten başka diyecek bir söz bulamıyoruz.
Üstad Hazretlerinin, Risale-i Nurların devlet eliyle neşredilmesini istediği doğrudur, fakat bu, “devletin kontrolünde olsun, başka hiçkimse neşretmesin” demek değildir. İşte biz iki yıla yakın bir zamandan beri, bu farkı anlatmaya çalışıyoruz. Ama, hakikatlere gözlerini ve kulaklarını kapatanlar, bir türlü anlamıyorlar, tûti kuşları gibi “yaşasın, devlet Risale-i Nur’a sahip çıkıyor” diye tekrar edip duruyorlar.
Evet, bugün 500 günden beri Risale-i Nur’lar, serbestçe basılıp dağıtılamıyor. Bu yasağa zemin hazırlayanların, savunanların ve Risale-i Nur’un devlet tekeline alınmasıyla bayram ilân edenlerin vicdanarı rahat mı acaba? Eline Risale-i Nur ulaşmadığı için bir genç imansız bu dünyadan göçerse, acaba buna sebep olanların vicdanı sızlamayacak mı? Siyasî iktidarın peşine düşüp, Risale-i Nur’u da rüşvet olarak verenleri Allah’a havale ediyor, bir an önce bu kördüğümün çözülmesini istiyoruz.