Ensâr; Medîne’li müslümanlar olup, peygamberimize ve Mekke’den hicret eden Muhâcirlere yardım ettikleri için onlara “Yardımcılar” anlamında “Ensâr” dendi.
Ensâr, gerçekten övülmeyi fazlasıyla hak eden yardımlarda bulundular. Mekke’den gelen muhâcirlere; ev, eşyâ, barınma ve ticâret yapma konusunda yardımcı oldular. Çok fedâkâr davrandılar. Îsâr hasletinde ileride idiler. Hattâ iki hanımı olanlar, birini boşayıp Mekke’li müslümanlara nikâhlamak isteyenler bile oldu. Fakat muhâcirler bunu kabul etmediğinden böyle bir şey gerçekleşmedi. Tevbe sûresinin 100.âyetinde Ensâr, Muhâcir ve bunların mesleğine tâbi olanlara cennetler müjdelenmiştir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefat hastalığı sırasında, Ebû Bekir ile Abbas, Ensâr toplantılarından birine uğradılar. Bir de ne görsünler! Ensâr orada ağlıyorlardı.
Ebû Bekir: Sizi ağlatan şey nedir, nasıl bir fâcia sizi ağlatıyor? dedi.
Ensâr: Nebî (sav)’in bizimle berâber oturduğu zamanı hatırlıyoruz. Vefat edip ondan ayrılacağız korkusuyla ağlıyoruz, dediler. Bunun üzerine Ebû Bekir, peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına girdi ve Ensâr’ın bu üzüntüsünü haber verdi.
Nebî (sav), başına siyah bir kumaş kenârıyla bir çatkı yapmış olduğu halde mescide gidip minbere çıktı. Bu minbere çıkıp son konuşması oldu. Bir daha da minbere çıkmadan vefat etti.
Peygamberimiz, bu son hutbesinde Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle dedi: “Ashâbım! Size Ensâr’ı vasiyet ediyorum. Çünkü onlar, benim cemâatimdir. Onlar benim sırdaşlarım ve emînlerimdir. Onlar, üzerlerine düşen yardım vazîfesini Akabe gecesi söz verdikleri gibi yerine getirdiler. Şimdi vazîfe mukâbilinde hakları kalmıştır ki, cennettir. Şu halde siz Ensâr’ın iyilik edenlerine teveccüh ve ikrâm ediniz! Hudûdun gayri fenâlık yapanların kusurlarından da vaz geçiniz ve afvediniz!” buyurdu.”
(T.Sar.Ter.c.10/1528)