En basit ifadesiyle, normal bir aklın imana karşı çıkamaması demektir. Şayet ispat edemediği halde isyana da cür’et ederse öyle bir tehditle karşılaşır ki, onun tahakkukundan tüyler ürperir ve çıldırmak onun yanında basit kalır. Bu muannitler öyle bir acizdirler ki, o felaketi kendinden defedecek bir kudretleri de yoktur. İşte Karun’un arz tarafından yutulması ve Firavun’un Kızıldeniz’de boğulması gibi ki, bunlar daha onun dünyevi versiyonlarıdır. İngiltere British Museum’deki o rezalet (yani Fravun’un ibret için çürütülmeyen buruşuk bedeni) ibret-i alem için sergilenmeye devam ediyor. İbret almak isteyen gidip görebilir ve ben bizzat görenlerdenim.
Peki, bir insan böyle bir felâkete nasıl razı olur?
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, kimse küfre isteyerek girmez fakat içine düşer, çıkamaz.
Peki neden içine düşer denirse, yine cevaben, onlarda, Firavun’un lezzet-i menhusesi olduğu ve o menhus hale mağlup oldukları ifade edilir. Yani deveyi yardan uçuran bir tutam otmuş hesabı, aklın, nefsin hazları karşısında böyle bir zaafı vardır ve mağlup duruma düştüğü çok vakidir. Hatta günümüzün en büyük problemi de hazzının tutmağı olan zavallı gençliktir. Sorumsuz bir insanın gözünü hırs veya şehvet bürüyünce, Allah korusun, bir adım ötesini göremez. Bizi de, ancak Rabbimizin gönderdiği din o felaketlerden korudu ve koruyor. Bizim farkımız “Hablullah” olan ve insanlığın kurtuluşu için uzatılan kurtuluş ipine sarılmak, onların ise o menhus nefse güvenmesidir.
Bir de inancının medlül ve muhtevasını isabetle tayın edemeyip, emrine de uymayan ulemâ-is sû vardır ki, Allah bunların şerrinden ümmeti Muhammedi korusun. Zira bunlar Hz. Ali’nin ifadesiyle; sema ve arz arasında en şerir mahlûklar olan ulemâ-is sû’dur. Hatta onlar, o zalimlere de, verdikleri fetvalarla meşruiyet kazandırıp yardım etmişlerdir. Mesela Firavun’un Belam’ı, Cengiz’in Cafer Hocası ve Süfyan’ın Börekçi’si ve ihtilalcileri Cennete koyan dalkavuk hocalar gibi. Bunların birkaç versiyonu vardır ve hatta bir kısmı da, inandırmak için kendine “Kur’an müslümanı” diyen sahtekarlardır ki, bu münafıkça rolleriyle, kendileri dışında, değil müçtehit, müceddit, vehbi ilim ve hatta vahye mazhar Peygamberi (asm) bile tanımayıp, sözlerini çeşitli taktiklerle inkar ederler.
Dikkat edilirse bunların Allah’ın (cc) en azılı düşmanı olan Deccal ve Süfyanla da problemi yoktur.
Çünkü aynı kaynaktan beslenirler.
Vesselam.