İslâm tarihine, bir de kuvve-i kudsiye nokta-i nazarından bakacak olursak, beşerî mülahazalarla, aradaki farkın, “eyne’s-sera mine’s-süreyya mesabesinde olduğunu görürüz. Şöyle ki:
Kronolojik olarak Araplardan başlayalım. Yani, Arapların İslâm’dan öncesi ve sonrası.
A) Araplarda kuvve-i kudsiye
İslâm’dan önce Arapların; cahil cühela, vahşi ve korkak olup, gayri medeni oldukları aşikârdır ve zaten isimleri de, “Cahiliye Dönemi Arapları”dır ve meselenin aslına bakılırsa İslâm’ın dışında herkes cahil sayılır ve Ebu Cehil Mekke’nin reisi olup, beş yabancı dil bildiği hâlde, cehaletin babası olmaktan kurtulamamıştır. Yani Tevhid’den mahrum olan ya şirk bataklığına saplanır ya da teslisin girdabında boğulur.
Evet o günkü manzara; zulmet bulutları her tarafı kaplamış, insanlık canavarlıkta sırtlanları geçmiş, kuvvetliler zayıfları eziyor, zenginler fakirleri sömürüyor, kız çocukları diri diri gömülüyor ve içki, kumar, kan davası ve behimî arzuların her çeşidi fütursuzca işleniyordu. İşte bu vahşet hengamesinde Fahr-i Cihan Efendimiz (asm) bir “şems-i tâbân” [bulutsuz kuşluk güneşi] gibi doğdu. Bu doğuş; güneşin karanlığı kovması gibi bütün kötülükleri kovup, zulmün yerini adalet, vahşetin yerini medeniyet, cehlin yerini ilim ve irfan alarak, ne geçmişte ne gelecekte emsali olmamış ve olmayacak bir Asr-ı Saadet’in meydana gelmesine vesile oldu. Üstad Mesnevi-i Nuriye’deki remizli ifadelerinden birinde diyor:
“Arkadaş! Her bir insanın bir nokta-i istinadı bulunduğuna nazaran, istinad noktalarının tefavütüne [farklılığına] göre insanların yapabileceği işler de tefavüt eder. Mesela, büyük bir sultana istinadı olan bir nefer, bir şahın yapamadığı bir işi yapar. Çünkü nokta-i istinadı şahtan büyüktür. Evet, kudret-i ezeliye tarafından memur edilen baûda, yani sivrisineğin Nemrud’a olan galebesi; ve bir çekirdeğin, Fâliku’l-Habbi ve’n-Nevâ tarafından verilen izin ve kuvvete binaen, koca bir ağacın cihazatını, malzemesini tazammun etmesi, yani içine alması bu hakikati tenvir eden birer hakikattir. (Mesnevi-i Nuriye, Remizler, s.95)
İşte bu kuvve-i kudsiye iledir ki, o cahiliye toplumu; İman ve İslâm irfanıyla öyle bir zaviye veya merhale kazandı ki, Sasani ve Roma imparatorlarını dize getirip, tevhid bayrağı önünde teslim-i silaha mecbur ettiler. Önce savaşlardan kaçan Araplar artık cihad meydanlarının kahraman arslanları olmuşlar. Allah’ın arslanı Hz. Ali, bin kişiye denk sayılan Amr’ı yerlerde süründürüp şirkinin bedelini canıyla ödetmiş, Hatta onun kılıncı bile kudsiyet kazanıp, “Ali gibi yiğit, Zülfikâr gibi kılıç olmaz.” methiyesine mazhar olmuştur. Ayrıca Halid bin Velid (ra) gibi namağlup kahraman, Roma ordusunu, bir avuç serdengeçti ile perişan etmiş; Hz. Ömer (ra), İran kisrasının şerefelerini yer ile yeksan etmiş, Tarık bin Ziyad İspanya’ya geçip gemileri yakıp ordusunu motive ederek İspanya’yı fethedip, orada dünyanın gıpta ettiği bir medeniyeti kurmuştur.