Şahsi fikirlerimiz, düşüncelerimiz, tercihlerimiz tavırlarımız ancak bizi bağlar.
Mecbur kalmadıkça, başkalarının adına fikir beyanında bulunmaktan mutlaka kaçınmak gerekir. Şahsın rızasını ve vekaletini aldıktan sonra da ona ait fikirleri, düşünceleri ve kanaatleri olduğu gibi ifade etmenin önemli bir sorumluluk olduğunu bilmemiz gerekir. Bunun aksi bir durumun, manevi mesuliyeti gerektiren bir durum olduğunu dikkate almamız lazım.
Üstad Bediüzzaman gibi bir dâhinin, bir müçtehidin adına yazıyor veya konuşuyorsak çok daha temkinli ve dikkatli olmamız gerekir. Onun fikirlerinden bahsediyorsak; onun, şaheseri olan Nur külliyatında nazarlara verdiği tavsiyelerini önce kendimiz hazmedip, sonra başkalarına teklif ve tebliğ etmeye çalışıyorsak, olabildiğince dikkatli olmamız lazım.
Elbette, başkalarına hak ve hakikatleri tebliğ etmeden önce kendimiz o hakikatleri defalarca anlayarak okuyup, hatta anlamakta zorluk çektiğimiz mevzuları bilen kardeşlerimizden yardım isteyerek iyice içimize sindirmeliyiz.
Bilelim ki yazılı veya sözlü olarak yapılacak yarım veya yanlış anlatımlar ve tebliğler; Nurlardaki tavsiyelerle, ikazlarla, ölçülerle ve prensiplerle örtüşmeyen malumatlar; beraberinde bir nevi manevi mesuliyeti getirir ki hiçbir hadim böyle bir mesuliyetin altına girmeyi göze alamaz ve almamalı.
Bilerek veya bilmeyerek, Üstad Bediüzzaman’ın söylemediği bir sözünü o söylemiş gibi anlatmak; hiçbir hadimin göze alacağı bir durum olamaz ve olmamalı.
Bilhassa, her konuda olduğu gibi içtimai ve siyasi konularda da Üstad’ın nazarlara verdiği gayet net ikazlar ve düsturlar ortada iken; hemen her seçim döneminde bu ölçülere aykırı şekilde tercihlerde bulunmak ve “Üstad şimdi olsaydı o da bizim gibi tercihlerde bulunurdu.” demek hiçbir ihvanın tevessül edeceği durum olamaz ve olmamalı.
Yine Üstad Bediüzzaman’ın tavsiyeleri çerçevesinde siyasilere yol göstermek gibi önemli bir sorumlulukları olan hadimlerin, bu sorumluluklarını gereğini yerine getirmek yerine, tam tersine, deyim yerinde ise siyasilerden ders alarak, onları memnun edecek olan tercihlerde ve tavırlarda bulunmaları da mucib-i mesuliyettir.
Bu meyanda Üstad’ın: “Kur’an ve vatan ve İslâmiyet namına” diyerek, başa gelmeleri için dua ederek, nokta-ı istinat olduğu Demokrat siyasi kadroların yerine, başka tercihlerde bulunmak mesuliyet getirir.
Üstad Bediüzzaman’ı rehber ittihaz eden, ondan ders alan hadimlerin, Nurlardaki ölçülerle ve prensiplerle örtüşmeyen, oradaki düsturlara perde olan şahsi görüşleri ve düşünceleri, duruşları ve tercihleri olamaz ve olmamalı. Aksi bir durum, beraberinde manevi mesuliyetleri getirir. Hiçbir hadim bunu göze alamaz ve almamalı.
Nurlardaki hak ve hakikatlerden, ölçülerden ve prensiplerden haberdar olmadıkları için yanlış yollara sapan insanları doğru yollara yönlendirmek ile de vazifeli olduklarını hesaba kattığımızda, hadimlerin yerine getirmekle yükümlü oldukları vazifelerinin ne derece önemli olduğunu anlıyoruz. Bu kudsî sorumluluklarını yerine getirmeleri nispetinde de, paha biçilmez hasenatlara nail olacakları da bedihidir.