Âmiyane tabirle, küçük iken ebeveynimin takva derecesindeki yaşantısından etkilenip taklidî de olsa çocuk yaşıma rağmen dinî değerlere olan hassasiyete sahip olmasaydım; tahsil hayatımda, gerek ders kitaplarındaki menfi fikirlerin ve malumatların etkisiyle, gerek çoğu maddeci hocamızın telkinleriyle ben de, çoğu emsalim gibi, dinî değerlerden uzak bir insan olarak hayatımı yaşayacaktım.
Manen yaralı olmanın verdiği bir stres ve huzursuzluk içindeyken; çok genç yaşta, meslek hayatımın ilk iki-üç yılından sonra, yaklaşık olarak 1967 yılında, sonradan Nurcu olduklarını öğrendiğim güzide insanlarla tanıştım.
Aldığım eğitimin bir neticesi olarak veya çevremdeki bazı insanların Nurcular aleyhindeki kasıtlı yalan yanlış telkinlerinden etkilenmiş olmalıyım ki, Nurcuların, insanları yoldan çıkaracak, âdeta yutacak, tehlikeli insanlar olduğunu zannederek onlardan uzak durmaya çalışıyordum maalesef.
Bu adamlar sanki beni aldatıp yoldan çıkaracaklar gibi evhamlarla onlardan kaçarken; tam tersine onlar bana samimi, candan bir yaklaşımda bulunuyorlar. Her gördüklerinde, nesebî bir kardeşten öte ilgi-alâka gösterip âdeta kucaklıyorlardı.
Yanaşmaya korktuğum bu insanların gerek dinî yaşantılarına, gerek toplum içindeki nazik, kibar, mütevazı ve mahvivetkâr münasebetlerine şahit olan her yaştan insanın bu insanlara hayran kaldıklarına hep şahit oldum.
Sade ve uyumlu giyim kuşamlarıyla, traşlı ve taranmış saçlarıyla, gördükleri bütün insanları cezbedici bir tebessümle selamlamaları; herkes gibi beni de derinden etkilemiş olmalı ki, bunlara karşı beslediğim bütün şüphelerim ve korkularım gitti, ben de onları takdir etmeye, beğenerek onlara yaklaşarak dost olmaya karar verdim.
Aradan günler, haftalar, aylar geçtikçe, bu nur simalı insanlarla iyice haşir-neşir oldukça, hayatımın daha mutlu ve huzurlu olduğunu fark ediyorum.
Merakımı mucip olan, genç yaşındaki bu insanların hemen hepsinin bu takdire şayan dinî yaşantılarını nereden ve nasıl edindikleri hususu idi. Aradan geçen zamandan sonra artık ben de onların ellerinden düşürmedikleri, sürekli okudukları kırmızı kaplı Nur eserlerini okumaya başlayınca anladım ki; bu insanların, hemen herkesi celbeden, takva derecesindeki yaşantılarının, sahip oldukları feyizlerin ve faziletlerin asıl kaynağı Nur Risaleleriymiş. Ve dolayısıyla anladım ki, muhtaç gönüllere Nurlardaki hak ve hakikatleri tebliğde en kısa, en doğru ve en etkili metod, lisan-ı kâlden (söz ve beyanlardan) ziyade lisan-ı hâlimizle (hâlimizle ve etvarımızla) örnek olmaktır.
Bu sonuç verici durumu dikkate almayıp, okuyarak öğrendiğimiz hak ve hakikatleri; hâl ve hareketlerimizle, yaşantılarımızla çevremize olduğu yansıtmayıp, olmaması gereken yanlış hâl ve davranışlarda bulunursak, böyle bir durumun, Nurlardaki hak ve hakikatlere perde olup davamıza zarar vereceğini, dolayısıyla tebliğde istenilen neticeyi vermeyeceğini dikkate almamız gerekir.