Prof. Dr. Ömer Önbaş, kurtuluşun tek yolunun Bediüzzaman’ın Asr-ı Saadette uygulanan dindar cumhuriyet anlayışı ve içi dolu bir demokrasi olduğunu söyledi.
LÜTFİYE KEF ÖZDEMİR - İSTANBUL
Prof. Dr. Ömer Önbaş, İstanbul Yeni Asya Vakfı’nda “Asr-ı Saadetten Gelen Müjde: Demokratik Cumhuriyet” başlıklı bir seminer düzenledi. Önbaş seminerde Risale-i Nur’dan nübüvvet ve demokrasi ile ilgili kısımları okuyarak günümüze bakan cihetlerini değerlendirdi.
Önbaş, “Kur’an peygamber mucizelerinden bahsediyor. Bunları zikretmekle gelecekte o mucizatın benzerlerinin terakki ile vücuda geleceğini beşere ders veriyor. O zaman biz bunların birer mucize olduğunu Kur’an’ın bir mesajı olduğunu anlamak imtihanı ile karşı karşıyayız. Mesela uçak; Hz. Süleyman bir günde havada teyeran ile iki aylık bir mesafeyi kat etmiştir. Bazen Hz. Süleyman’ın saltanatıyla uçtuğumuzu unutuyoruz. Demek ki perdeleniyoruz. O mucizeler zaman içinde bize ulaşmada perdeli hale geliyor” dedi. Devamında Önbaş peygamberlerin mucizelerinden örnekler vererek bugün yaşanan teknolojik gelişmelerin peygamberlerin mucizelerinin terakki etmiş hali olduğuna dikkat çekti.
Bu yol Hz. Peygamber’den (asm) geliyor
Önbaş şu şekilde devam etti: “Ve geliyor son Peygamber (asm), onda bütün geçmiş peygamberlerin bütün mucizeleri toplanıyor. Bu mucizelerden biri de o asrın bir saadet-i beşeriye asrı olması. İnsanların mutluluk asrı olmuş. Çünkü en bedevi ve en ümmi bir kavmi getirdiği nur vasıtasıyla dünyaya üstat ve hakim eylemiş” diyen Önbaş şunları anlattı: “Hz. Peygamber (asm) Medine’ye büyük bir ordu gücüyle gitmiyor. Ve tümü de ona inanmıyor. Hz. Peygamber (asm) bu ekibi topluyor ve onlarla 47 maddelik bir sözleşme imzalıyor. Sözleşmenin ana kuralı hukukun, liyakatın, bir arada yaşamanın kurallarını kapsıyor. Ve bu topluluk da Hz. Peygamber’e (asm) “Sen bu maddeleri iyi icra edersin, biz sana güveniyoruz. Sen bizi yönet” diyor. Ve ilk topluluk oluşuyor. O topluluk içerisinde müşrik olanların bir kısmı Müslüman oluyor. 4 Sahabe döneminde aynı yöntem devam ediyor. Sonra bu durum zaman içerisinde kayboluyor. Sonra Cenab-ı Hak Ömer bin Abdulaziz’i gönderiyor. O da aynı yöntemi uygulayarak iki buçuk yıl adaleti meşvereti ön plana çıkararak kısa zamanda ikinci bir Ömer devrini yaşatıyor. Nasıl ki bir uçağın icadında Hz. Süleyman’ın bir yolu var bu da bir sanat, bir prensip ve bu yol Hz. Peygamber’den (asm) geliyor.”
Demokratik Cumhuriyeti anlatmakla mükellefiz
Bediüzzaman Hazretlerinin demokrasi ve cumhuriyeti herkese anlattığına dikkat çeken Önbaş, “Risale-i Nur Peygamber’e (asm) tabi olan idareci tanımını ortaya koyuyor: Zulümden uzak durmak adil olmak” dedi. Risale-i Nur’dan “Meşrûtiyet, Şeriatın abd-i memlûküdür; ondan gasp olunmaz. Dikkat isterim ki Şeriat ile hiç münasebeti olmayan o müthiş istibdad-ı zalimâne, sırf milleti aldatmakla bir münasebet-i mevhumeye istinadla ol kadar dâhil ve hariç muhacemata karşı bu kadar zaman kendini muhafaza ettiğinden şimdi asıl Şeriatla münasebet-i hakikîsi olan Meşrûtiyetin bekası bu kuvvet-i âliyeye istinad etmek zarurîdir” kısmını okuyan Önbaş şunları söyledi: “Şeriat’ın meslek-i hakikisi hakikat-i Meşrutiyet-i meşruadır. Bizim Meşrutiyet-i merua ya da demokratik Cumhuriyetin içini doldurmakla ve bunun Kur’ani çıkışı olduğunu anlatmakla görevli olan bir tarafımız var. Çünkü bin yıldır anlatılmıyor. Şeriatla hiç ilgisi olmayan istibdat-ı zalimane benimsenmiş.”
İslamiyeti zehirlendiren istibdattır
Prof. Dr. Ömer Önbaş önce istibdadın anlatılması gerektiğini söyledi. Nasıl bir sütün mayalanması için bir ortam lazımdır. Süfyaniyet sütünün mayalandığı ortam istibdattır. Hz. Mehdi’nin meşrutiyet sütünün mayalandığı ortam da hürriyetler, adalet, meşveretin kanunda hürriyetin azami derecede uygulandığı şeylerdir. Risale-i Nur’a atıfta bulunarak konuşmasını sürdüren Önbaş şunları kaydetti: “İstibdat tahakküm, keyfi muamele, kuvvete dayanıyor. Suistimale uygun bir zemin. İnsanlık mahvoluyor. İslamiyet ağraz ve husumet uyandırıyor ve İslamiyet zehirlendiriliyor. Peki meşrutiyet nedir? Meşveret-i şer’iyedir. Hayatı haktır. Kalbi marifettir. Lisanı sevgidir. Aklı kanundur. Gerçek hisleri uyandırıyor. İnsanı hayvanlıktan kurtarıyor. Asya’nın talihini İslamiyet’in bahtını açıyor. İstibdad yeterince anlaşılmadığından dolayı meşrutiyet ile ilgili sözler de çok kayda geçmiyor. Tedaviyi kabul etmeyen hastaya ilacın faziletini anlatan adamlar gibi. Mevzu istibdadın bu derece öldürücü bir katil olduğunu anlatmak. Sistemin öneminden bahseden Önbaş: “İyi bir sistem varsa kötü adamlarda bile bir derece hukuk-u umumiye oluşuyor. Ama iyi, halis adamlarda sisteminiz yoksa ihtilafat ve şahsiyatçılık ortaya çıkıyor. Sistem bilgisinin göz ardı edildiği yerde ihtilaflar ve şahsiyetçilik ortaya çıkacak” şeklinde konuştu.
Kur’an-ı Mu’cizülbeyan’ı arayacaklar
“Sual: Zihnimize gelen şüpheleri ve sualleri hallet.
Cevap: Müşteri olmadan, istemeden malımı satmam” alıntısını yapan Önbaş şöyl konuştu: “Demek bir görevimiz daha var müşteri oluşturmak. Depremler, seller, felaketler, zulümlerle kader de yardım ediyor. İstemeye ihtiyaç meydana getiriyor. İnsanlık kader-i ilahinin sevkiyle müşteri oluyor. Hiç şüphe yok ki bütün ümitsizliklere rağmen nev-i beşerin maşuk-u mecazisi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakiki sevdiği, aradığı hayat-ı bakiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak. Kur’an-ı Mu’cizülbeyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruhucanlarıyla sarılacaklar. İstibdat ve meşrutiyet kuvvetleri mütakebil bir düzeyde olsa dengelense nurun tamirinde mucizevari muvaffakiyet görülecektir. O zaman Bediüzzaman kelimesi ortaya çıkıyor. Meşrutiyet varsa çağın eşsiz bir güzelliği olarak Risale-i Nur. Çünkü Bediüzzaman Risale-i Nur’un da bir unvanıdır diyor Üstad Hazretleri.”
İçi dolu bir demokrasiye şiddetle ihtiyaç var
Önbaş sözlerini şöyle sonlandırdı: “Günümüz dünyasının, BM, Nato gibi uluslararası kurumların tutarsızlıkları demokrasiyi sadece ülke içinde kendi vatandaşlarına hasredip diğer insanlar için göz ardı eden demokratik devletlerin iki yüzlü tutumu, dünya efkarında güvensizliğe sebep olmuş, içi dolu bir demokratik cumhuriyet pratiğine ihtiyacı şiddetlendirmiştir. Bediüzzaman’ın asr-ı saadette uygulanan dindar cumhuriyet anlayışı, bütün iflas etmiş teori ve tatbikatlardan sonra yepyeni bir tecdidin ismidir. Adaletin ve hürriyetlerin kamil manada uygulandığı, demokrasiyi araç olmaktan ziyade dinin bir emri olarak gören bu yaklaşım, Risale-i Nur’un orijinalitesidir. Tarihin gördüğü en ağır istibdadı, hürriyet ve meşveretle tasfiye eden bu tecdit ruhu, Risale-i Nurlar vasıtasıyla alemi İslam’a Anadolu’dan yayılacaktır inşallah. Kurtuluşun tek yolunu hadiselerden ders çıkararak, gelecek ümidini yeniden canlandıran umumi afv ve sulh ile imtiyazsız demokratik bir yönetime olan inancın milat kabul edilmesi ve tatbikidir” Program soru cevap kısmıyla sona erdi.