YENİ ASYA ELAZIĞ TEMSİLCİLİĞİ VEFATININ 61. YILINDA BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ’Yİ ANMA TOPLANTISI DÜZENLEDİ. “İNSANLIK İÇİN YENİDEN ASR-I SAADET” KONULU PANELE KONUŞMACI OLARAK MEHMET ALİ KAYA, LATİF SALİHOĞLU VE DR. ÖMER ERGÜN KATILDI. AÇIŞ KONUŞMASINI İSE İRFAN YILDIRIM YAPTI. İNTERNET ÜZERİNDEN YAYINLANAN PROGRAM İLGİ İLE TAKİP EDİLDİ.
HASAN YİĞİTKAN - ELAZIĞ
Yeni Asya Gazetesi Elazığ Temsilciliğinin Pandemi şartları gereği Euronurtv üzerinden online olarak düzenlemiş olduğu, Yeni Asya Gazetesi Yazarlarından Mehmet Ali Kaya ve Latif Salihoğlu’nun katıldığı, Dr. Ömer Ergün’ün moderatörlüğünü yaptığı, 61. Vefat yıl dönümünde Bediüzzaman Said Nursî’yi anma toplantısı “İnsanlık İçin yeniden Asr-ı Saadet” teması ile, dünyanın dört bir yanından ve Türkiye den büyük bir katılım ile heyecanla izlendi.
Öncelikli olarak Programın sunuculuğunu yapan Yeni Asya Gazetesi Elazığ Temsilcisi Hasan Yiğitkan programın akışını anlattı. Program, Şemsettin Çakır Hoca’nın Kur’ân-ı Kerîm’den okuduğu aşr-ı şerif ile başladı.
Programın açış konuşmasını Yeni Asya Gazetesi Yönetim Kurulu Üyesi İrfan Yıldırım yaptı, Yıldırım konuşmasında, “Pandemi şartlarında böyle bir programın yapılmasını anlamlı buluyorum” dedi ve Yeni Asya’nın kendi çizgisinde kararlılıkla yoluna devam ettiğini belirterek, 1973’te Yeni Asya’dan ayrılan Gülen’le bizi karıştıranların iddialarının asılsız olduğunu söyledi.
BEDİÜZZAMAN’IN MESLEĞİ
Panel‘in moderatörlüğünü yapan Dr. Ömer Ergün, selâmlama konuşmasından sonra, Panelistlerden izin isteyerek, Bediüzzaman Said Nursî’nin Meslek ve Meşrebine ilişkin olarak, belirlemiş olduğu, 6 ana unsuru anlatmak istediğini söyleyerek şunları ifade etti:
1- Said Nursî’yi, günümüzde onun meslek ve meşrebini devam ettiren Yeni Asya Nur Cemaatinin orijinalliği “Meşveret sistemi ile yönetilmesidir” nitekim Said Nursî telif etmiş olduğu Risale-i Nur’un bir çok yerinde, Cemaatin aralarındaki işleri meşveretle çözmeleri gerektiğini, hatta Said Nursî kendisinin de bir reyi olduğunu ifade ederek, meşverete katılacak olana kimselerin eşit rey sahibi olduğunu ifade etmiştir. Zira Rısale-i Nur’da “Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı meşveret-i şer’iyedir. “Ve emruhum şûra beynehüm.” [Onların işleri aralarında istişare iledir.] (Şûrâ Sûresi: 38) âyet-i kerîmesi şûrâyı esas olarak emrediyor. Hutbe-i Şamiye, s. 153.
“Veşâvirhümfi’l-emr.” [İşlerinde onlarla istişare et.] (Âl-i İmran Sûresi:159) emriyle, kardeşlerimle bir meşverete muhtacım. Emirdağ Lâhikası, s. 59.
Siz, meşveretle ne lâzımsa yaparsınız. Fakat ihtiyatla, telâşsız, velveleye vermemek lâzım. Emirdağ Lâhikası, s. 249.
2- Rısale-i Nur mesleği tarikat değil hakikattir, Rısale-i Nur’a bağlılık esastır. Burada esas olan Kur’ân tefsiri olan Rısale-i Nurlar’ın okunmasıdır.
- Nur cemaatlerinde tarikatvari bir yapılanma yoktur.
- Nur cemaatlerinde şeyhlik-müritlik ilişkisi yoktur. Cemaat fertleri arasında astlık-üstlük ilişkisi yoktur. Herkes eşittir ve eşit rey sahibidir. Zira Said Nursî de “ben de sizin bir ders arkadaşınızım, benimde bir reyim var demektedir.
- Rısale-i Nur mesleğinde şahıslara bağlılık yoktur, zira Bediüzzaman, baki hakikatler fani şahıslar üzerine bina edilemeyeceğini ifade etmiştir.
- Risale-i Nur dairesinde hizmet edenlerin Risale-i Nur’a perde olmaması gerekir. Hizmet ediyorum diye böbürlenmemesi gerekir. Ben olmazsam bu hizmetler yürümez yanlışlığına düşülmemesi gerekir.
3- Kendi mesleğinin muhabbeti ile yaşar, müsbet hareket eder.
- Müsbet hareketin cemaatin içe bakan yönü vardır. O da cemaatin her ferdinin kendi meslek ve meşrebinin muhabbeti ile yaşaması, başka meslek ve meşreblerin noksanlıkları ve eksiklikleri ile ilgilenmemek ve bunları mevzubahis edip, kendi meslek ve meşrebinin mükemmelliğini ispata çalışmamaktır.
- Müsbet hareketin birde dış âleme yansıması var, Kur’ân ve İslâm’ı anlatırken; bozarak, yıkarak, dökerek, kırarak zor kullanarak, şiddete başvurarak daha da ötesi darbe yaparak, zorla kabul ettirmeye çalışmak, Risale-i Nur mesleğine ve müsbet hareket ilkesine aykırıdır.
4- İstiğna düsturu ile hareket eder. İstiğnanın sözlükteki karşılığı; Cenâb-ı Hak’tan başka kimsenin minneti altına girmemek, gönül tokluğu, elindekini kâfî bulmak, Cenâb-ı Hak’tan başkasına ihtiyacını arz etmeme, yüz çevirip bakmamak, çekinme, muhtaç olmayıp zengin olmak.
- Risale-i Nur Mesleği, bu dâvâya inanan insanların, gönüllülük esasına dayanarak, yapmış oldukları yardımlarla yapılan bir hizmettir.
-Başkalarının yardımını beklemez başkalarından (Bilmediği-Tanımadığı) yardım almaz.
- Hele kamu malının bekçiliğini yapan siyasî irade den hiçbir surette, yardım almaz, beklemez, verilirse suratlarına çarpar.
- Yani, Risale-i Nur hizmetinin yapılması için, yardım almaz ve dilenmez. Toplumu bu iman hizmetinin yapılması için haraca bağlamaz, zorla paralarını ve mallarını almaz.
5- Risale-i Nur hizmeti bir iman hizmetidir.
- Risale-i Nur cemaatinin vazifesi sadece iman, Kur’ân ve İslâm’ı anlatmaktır. Muvaffak edip etmemek O’nun bileceği bir iştir.
- Bunları yaparken Allah’ın rızasına kavuşmak için yapar.
- Devletin idaresine karışmaz kadrolaşmak, devleti ele geçirmek gibi bir hedefi kesinlikle yoktur.
6- Diğer cemaatlerle birlikte hareket edilebilmesi için, Bediüzzaman’ın şartları vardır; Muhabbeti din saikasıyla teşekkül eden cemaatlerin iki şart ile umumunu tebrik ve onlarla ittihat ederiz.
- Hürriyet-i şer’iyeyi ve asayışı muhafaza etmektir.
- Muhabbet üzerine hareket etmektir.
SAHABE MESLEĞİ VE RİSALE-İ NUR
Daha sonra panelistlerden Araştırmacı yazar Mehmet Ali Kaya, Sahabe mesleği ve Rısale-i Nur konulu bildirisini sundu.
Bildirisinde özetle;
Peygamberimizden (asm) iman dersi alan mü’minlere sahabe denir. Peygamberimiz (asm) Nübüvvetten ve Kur’ân’ın nazil olmaya başlamasından sonra Mekke’de 13 sene kaldı (610-622) Medine’de on sene (622-632) kaldı. Kur’ân-ı Kerîm’in 6666 âyetin 4500 âyeti 114 Sûrenin 80 sûresi Mekke’de nazil oldu.
Mekke döneminde namazın dışında herhangi bir ahkâm âyeti nazil olmadı. Peki, Kur’ân-ı Kerîm hangi meselelerden bahsediyor, ne anlatıyor ve Peygamberimiz (asm) hangi dersi verdi ve neler anlattı? Kur’ân-ı Kerîm Tevhid, Haşir ve Nübüvvet dersi verdi. Adalet ve İbadete ait hususlar ise Medine döneminde nazil oldu.
Bediüzzaman’ın ifadesi ile “Kâinatta en yüksek hakikat imandır.” (Sözler, 704.) Hal böyle olunca Kur’ân-ı Kerîm’in 4500’den fazla âyeti Tevhid, Haşir ve Nübüvvetten bahseder ve “İman dersi verir.” Sahabeler bu iman hakikatlerini insanlara anlatarak “İman Hizmeti” yaptılar. Dolayısıyla “Sahabe Mesleği” denince akla “İman hizmeti” gelir.
Sahabeleri o mevkie çıkaran en önemli sır, iman gibi iki cihanın saadetini temin eden en büyük hakikati bize ulaştıracak hizmeti canları ve başları ile deruhte etmeleridir. Peygamberimizin (asm) takip ettiği yolu ve sünneti İman hizmetidir.
Peygamberimiz (asm) “Bu ümmetin sonu başının kurtulduğu gibi kurtulur” buyurmuştur. Başı iman hakikatleri ile kurtulduğu gibi sonu da iman hakikatleri ile kurtulacak demektir. “Ümmetin fesada gittiği bir zamanda kim sünnetime yapışırsa yüz şehidin sevabını alır” (Abdurrauf El-Münavi, Feyzu’l Kadir, Tarihsiz-Beyrut, 4:261) hadisi bu iman hizmetini yaparak Peygamberimizin (asm) bu sünnetini ihya edenler için olabilir. Yoksa bir mü’min sarık sarıp cübbe giymekle veya parmağına sünnet olan yüzüğü takmakla yüz şehidin sevabını kazanmaz, sünnet sevabını kazanır. Zira “Cennet o kadar ucuz değildir.”
İnsanlığın fesada gitmesi imanın zaafı ve imansızlık iledir, düzelmesi de iman hakikatlerinin kalplerde ve gönüllerde yer etmesine bağlıdır. Fitnelerden kurtuluşun yolu da Allah’a ve ahirete iman iledir. Bu sebeple Bediüzzaman “Bütün mesaimi iman üzere teksif etmiş bulunuyorum” der.
Peygamberimiz (asm) “İleride öyle fitneler olacaktır, o fitnelerde kişi mü’min olarak sabahlayacak ama akşama kâfir olarak dönecektir. Ancak Allah’ın ilim ile kalbini ihya ettiği kimseler bundan korunacaklardır.” (Sünen-i İbn-i Mâce, 2:1305) buyurur. İlimle kalplerin ihya edilmesinden kast edilen iman ilmi ve imanın nuru ile kalplerin ihya edilmesidir. İman ilmi ilimlerin şahı ve padişahıdır. Sahabeler akılları bozulmuş ve kalpleri ölmüş olan cahiliye Arap toplumunu imanın hidayeti ve Kur’ân’ın iman dersi ile diriltmiştir.
Bu sebepledir ki Bediüzzaman Hazretleri “Risale-i Nur mesleği, tarikat değil, hakikattir, Sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır” buyurur.
Sahabe mesleğinin bir diğer yönü sahabelerin dünya ve ahiret dengesini mükemmel kurmaları Peygamberimizin (asm) sünnetleri “Sakal, sarık, misvak, cübbe ve yemek ve uyumak adabından” ibaret değildir. “Doğruluk, Akıllı olmak, Güvenilir olmak, Günahtan kaçmak ve dini tebliğ etmek” gibi Peygamber Sıfatlarına konu olan yüksek ahlâkı ve vasıflarıdır. Bizim asıl uymamız gereken ve sahabelerin mesleği olan gerçek sünnetler bunlardır. Bunları ihya etmek gerekmektedir.
Sahabe Meseleğinin siyasî ve içtimaî açıdan baktığınız zaman Bediüzzaman’ın ifadesi ile “Hulefâ-i Râşidîn; hem halife, hem reisicumhur idiler. Sıddîk-ı Ekber (ra) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kiram’a elbette reisicumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.” (Şuâlar, 317)
Cumhuriyetin içini dolduran ve Cumhuriyeti isim ve resim olmaktan çıkaran ise, “Hürriyet, Meşveret, Adalet ve Kanun Hâkimiyeti”dir. Peygamberimiz (asm) 7000 Müşrik 3000 Yahudi ve 300 civarında Müslüman’ın bulunduğu Medine’de altında 47 Maddelik bir “Anayasa” ve hukukî bir “Sözleşme” yaptırdı. Bunun yürütmesini Müşrikler ve Yahudiler Peygamberimize (asm) verdiler.
Peygamberimiz (asm) “dindar cumhuriyet”in temelini attı. Daha sonra sahabeler “Seçime dayalı” bir yönetim sergilediler. Yönetim yetkisini toplumdan alan ve “Kanun Hâkimiyetine” dayanan günümüz demokratik yönetimlerine örnek olacak bir yönetim sergilediler.
İşte Bediüzzaman’ın “Kanun-i Esasiye” ve “Meclis-i Mebusana” dayalı “Meşrûtiyet” yönetimine sahip çıkması ve desteklemesinin altında sahabenin yönetim mesleğini ihya etmek vardır. Böyle bir yönetimi ancak “Irkçı ve ideolojik olmayan” “Ahrarlar” yapabileceği, hürriyet ve adaleti sağlayacakları için “Demokrat namında hamiyetli Ahrarları, yani Hürriyetçi olanları destekledi ve “İnşaallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar. (Emirdağ Lâhikası, 520) buyurdu. Talebelerine de “Ahrarlara ve Demokratlara nokta-i istinat olun” fiilen siyasete girmeden bu şekilde siyaseti dine alet ettirin tavsiyesinde bulundu.
İNSANLARA GÜVEN VERMEK
İkinci panelist Araştırmacı yazar, tarihçi Latif Salihoğlu ise, Mekke’nin Fethi’nin anlamı ve günümüze yansımaları konulu bildirisini sundu. Bildirisinde özetle;
Mekke’nin fethinin kansız, şiddet uygulanmadan, düşmanın kalbine korku salarak, insanlara güven vererek, sabırla, diplomatik girişimler sonucu olduğunu belirterek. Hz. Peygamberin (asm) bir şehrin fethine ilişkin olarak bu tarzından çıkarılması gerekli birçok ders olduğunu belirtti.
Bu tarzı dikkatle inceleyerek bir insan nasıl fethedilir, bir topluluk nasıl fethedilir, bir şehir nasıl fethedilir, buradan düstürlar çıkarılması gereklidir. Yani Mekke’nin fethinden biz bir insanın gönlünün, bir topluluğun gönlünün nasıl kazanılacağına ilişkin hükümler çıkarabiliriz; kaba güç kullanmadan, şiddeti reddederek, kalplere güven vererek, sabırla, bir insanında, topluluğunda fethedilebileceğini ifade ettiler.
İslâmiyetin, mukaddesata ait hükümlerin, dünyevî siyasete alet edilmemesi gerektiğini ifade ederek, alet edildiği takdirde İslâm’ın ve mukaddesatın değerlerinin düşürüldüğünü, değer kaybına sebep olunduğunu söyledi.
Din adına siyaset yapılabilir mi? Sorusunu sorarak, Din adına siyasetin toplumun % 60-65’nin tam müdakkik Müslüman olması durumunda ancak mümkün olunabileceğini, bunun la birlikte, siyaset yapmada, muharrik aşkı İslamiyet ve hamiyeti diniye olması durumunda ancak mümkün olabileceğini ifade etti. Günümüzde din siyasete alet edildiğinde, oy vermeyenler açısından ekseriyyette dine aleyhtarlık oluşturacağını ifade etti. Dolayısıyla içtihat edip siyasetle İslâm’a hizmet etmek lâzım dese ve isabette etse, mes’ül olduğunu söyledi.
Artık şahıs dönemlerinin bittiğini, şahs-ı manevî döneminin geldiğini, inanmayanların şahs-ı manevî ile hareket ettiğini, dolayısıyla bu inançsızlık şahs-ı manevisinin karşısına da inanan topluluklarında bütün inananları temsil eden bir şahs-ı manevî ile çıkmaları gerektiğini yoksa mağlûp olmaya mahkûm olacaklarını, kimki tek başına bütün Müslümanları temsil ettiğini ileri sürüp, bu iddia ile meydana çıkarsa, küfür şahs-ı manevisine karşı yenileceğini, söyledi.
Risale-i Nur meslek ve meşrebine ilişkin olarak da; Bediüzzaman’ın Kur’ân bizi menfi hareketten men ediyor, hiçbir şekilde cevaz vermemektedir, dediğini, 90 yıllık Nurculuk hareketinde, hiçbir ferdinin emniyeti ihlâl eden vukuatı olmadığını ifade etti.
Dinde zorlamanın ve zor kullanmanın olmadığını, dolayısıyla maddî cihad dönemlerinin kapandığını, günümüzde cihadın, kalemle, ilimle, iman hakikatlerinin yaşanması ve anlatılması ile mümkün olacağını söyledi.
Dini anlatırken elde siyaset topuzunun olmaması gerektiğini, zira topuzun güç, kuvvet, zorlamayı ifade ettiğini, bu anlamda dinde zorlamanın ve zor kullanmanın olmadığını ifade etti. Risale-i Nur Talebelerinin mürit olmadığını ve Kur’ân, hadis, Risale-i Nur dışında kimseyi de mürşit olarak kabul etmezler. Risale-i Nur hizmet metodunda, kindarlık, düşmanlık, garez, intikam alma, rövanşist davranma olmadığını belirterek, sözlerini tamamladı.
Daha sonra Elazığ temsilcisi, Hasan Yiğitkan, programın hazırlanmasında emeği geçen, panelistlere, moderatöre, yayını izleyicilerle buluşturan, Euronurtv teknik heyetine, bütün izleyicilere teşekkür etti. Program Şemsettin Çakır Hocanın yaptığı duâ ile sona erdi.