Bu deklarasyonlar, Risale-i Nur Enstitüsü tarafından tertip edilen 14. Risale-i Nur Kongresi kapsamında gerçekleştirilen Masa Çalışmaları sırasında açıklanan ve genel kabul gören kanaatleri bildirmekte olup masa yöneticisi ve sekreteri tarafından toplantı sırasında alınan notlar üzerinde çalışılarak hazırlanmıştır.
1. MASA
KATILIMCILAR:
Prof. Dr. Ahmet Battal, Oturum Başkanı
Dr. Ali Bengi, Sekreter
Prof. Dr. Fikret Yükselen
Prof. Dr. Mehmet Tikici
Doç. Dr. Ahmet Yıldız
Doç. Dr. Vahap Coşkun
Doç. Dr. Veli Sırım
Doç. Dr. Murat Tümay
Dr. Öğretim Üyesi, Nasır Yiner
Dr. Öğretim Üyesi, Ömer Ergün
Doç.Dr. Öğretim Üyesi Murat Tahiroğlu
Kâzım Güleçyüz
Muttalip Aslan
1. MASA: DEVLET VE YÖNETİM ANLAYIŞI
- 1. Asr-ı Saadetteki yönetim modeli, hakikî adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi esas alan bir dindar cumhuriyet modelidir.
- 2. Her biri seçimle gelen bir tür cumhurbaşkanı olan ilk dört halifeden sonra hilâfetin saltanata dönüşmesi ve bu din dışı geleneğin bin yıldan fazla sürmesi, “İslâm’ın gereği” değil, aksine, İslâm’ın öngördüğü imtiyazsız toplum ve âdil devlet düzeninden bir sapmadır.
- 3. Asr-ı Saadet örneği bize imanın kuvveti ve parlaklığı nisbetinde hürriyetin de gelişeceğini gösterir.
- 4. Asr-ı Saadette öyle bir hürriyet ve şeffaflık sağlanmıştır ki celaliyle meşhur Hazreti Ömer’e, hutbeye devam edebilmesi için önce üstündeki elbisenin hesabını vermesi gerektiği ve ancak bundan sonra irşada devam edebileceği söylenebilmiştir.
- 5. Adalet önce haklının hakkını korumaktır. Suçluya cezasını vermek sonra gelir. O halde devlet suçluya cezasını verirken masumun hakkını korumaya öncelik vermelidir. Kendi hakkını feda etmeye gönüllü olmayan bir masumun hakkını ve bilhassa hayatını elinden almaya devletin asla hakkı yoktur.
- 6. Kerametle adalet dağıtılmaz. Hukuk objektif delillere ve fiile bakmayı ve ihtimal üzerine hüküm vermemeyi gerektirir.
- 7. Beşer zulmeder, kader adalet eder. Masum bir insan, başına gelen zulümlü musîbetin zaman içinde görünecek türden ve belki de ahirette ortaya çıkacak neviden sır ve hikmetler barındırdığını düşünmeli ve bu imtihanın ancak sabırla başarılabileceği gerçeğini hatırdan çıkarmamalıdır. İşlemediği bir suçtan dolayı cezalandırılan kişi, “kader buna neden fetva verdi, benim gizli bir günahım mı vardı” diye kendisini sorgulayabilmelidir.
- 8. Hazreti Ali’nin, Hazreti Osman’ın katil zanlıları hakkında tatbik ettiği “şüpheden sanık yararlanır” ve “suç ve ceza şahsidir” ilkeleriyle açıklanabilecek olan isabetli adalet içtihadı ve adalet-i mahza vurgusu göstermektedir ki; devlet, fesat çıkaranı cezalandırmaya kalkarken yeni ve daha büyük sosyal problemler çıkarmaktan mutlaka kaçınmalıdır.
- 9. Mü’min için devlet bizzat bir amaç değil, adalet ve hürriyeti temin edecek bir araç ve bir sonuçtur. Zira bir toplumda fertlerin çoğunluğunun kuvvetli iman ve takva sahibi olması halinde zaten bu iman o topluma hayat ve hürriyet olarak ve o toplumun devletine de istikamet ve adalet olarak akseder. Âdil devlet düzeni böylece “neredeyse kendiliğinden” ortaya çıkmış olur.
- 10. Ferdîleşmede aşırıya kaçmak risklidir. Sosyal tabakalaşma ve cemaat dayanışması fıtrîdir. Yanlış olan; dinî cemaatlerin dünyevîleşmesi, genel olarak cemaatlerin devlete rakip vaziyetini alması ve siyasetçilerin de cemaatleri kendisi için basamak ve oy deposu olarak görmeye kalkmasıdır.
- 11. İslâm’ın doğru tanımında baskıcı, dayatmacı, tek adam ve komite istibdadına dayalı bir yönetim anlayışının yeri yoktur. İslâm, adaleti, meşvereti, ortak aklı, hukukun üstünlüğünü, hak ve hürriyetleri, kanun hâkimiyetini, şeffaflığı, denetim ve hesap vermeyi, ahlâkî değerleri esas alan bir yönetim tarzını öngörür.
- 12. Ayetlerle emredilen asıl şer’î meşveret “danışmacı meşveret” değil “karar verici meşveret”tir. Hazreti Peygamberin (asm) Uhud Harbi’ndeki uygulaması bunun en güzel örneğidir. Birilerine danışıp sonra kendi bildiğini yapan, demokrat olamaz.
- 13. Demokrat anlayış her tür baskıcılığı ve ideolojiyi reddetmeyi ve bu kapsamda bir ideoloji olan Kemalizm’i de Anayasadan çıkarmayı gerektirir.
- 14. Millete hizmet için yapılması gereken siyasî müsabakayı bir çekişmeler ve haksız rekabetler alanı haline getirmek kamu hizmeti anlayışına, sosyal barışa ve uhuvvet prensiplerine zıttır.
- 15. Mü’minin dünya coğrafyasındaki hedefi dar-ul harbi ve kavga dönemini kapatmak ve dünyayı darüsselam (barış yurdu) yapmaktır.
- 16. Mü’minler, dinini yeniden akla ve vicdana hitap eden bir dine dönüştürmeye çalışan ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden dindar Batılılar ile ittifakı geliştirmeye çalışmalı ve bu yolla İlâhî vahyin sahih versiyonunu onlara ulaştırmalıdır. Bu ise ancak doğru ilkelerle, doğru vasıtayla ve doğru üslûpla kurulan sağlıklı bir iletişim ve ihlâslı örneklik ile olur.
- 17. Türkiye’nin AB üyeliği hedefi ve üyelik süreci, karşılıklı etkileşim sayesinde bir taraftan Türkiye’de ve İslâm dünyasında farklılıkları bir arada barındırabilme yeteneğini ve müzakere kültürünü geliştirecek ve öbür yandan da Kur’ân’ın manevî fethiyle İnşallah Avrupalıların kalbinde iman esaslarını ve bilhassa Allah’ın birliğine ve ahirete imanı takviye edecektir.
- 18. AB üyeliği ve hedefi için önce toplumda toptancı Batı karşıtlığının sona erdirilebilmesi ve siyasette ve devlette de demokratik cumhuriyet prensiplerinin hakim kılınması gerekir. Bu konuda ise asıl vazife dindar, dine hürmetkâr ve hakiki vatanperverler olan Demokratlara ve onlara dayanak noktası olan Nur Talebelerine aittir.
***
2. MASA
KATILIMCILAR:
Prof. Dr. Abdurrahman Kılıç, Oturum Başkanı
Sebahattin Yaşar, Sekreter
Prof. Dr. Abdullah Adıgüzel
Prof. Dr. Abdurrahman İlgan
Prof. Dr. Mahmut Kaplan
Doç. Dr. Hüseyin Kurt
Doç. Dr. Kenan Taştan
Dr. Öğretim Üyesi, Fatih Aydın
İslâm Yaşar
Baki Çimiç
Sabahattin Aslan
Müfid Yüksel
Ahmet Dursun
Mustafa Usta
Şükrü Kalı
2. MASA: Fert, Toplum, Ahlak ve Eğitim Anlayışı
- 1. Neslin ıslahı, arzın imarı, yeni nesillerin inşası için kaynağını Kur’ân ve sünnetten alan ahlâkın tesisi önemlidir.
- 2. Evrensel ahlâkın normlarında en temel ilke; bir kişiyi, kurumu, zümreyi öncelemeyen ya da ötelemeyen bir kamu düzeni inşa etmek olmalıdır.
- 3. Risale-i Nur’un iletişim dilinde şefkat, sevgi, sabır, hürmet, hoşgörü ve ümit vardır. Risale-i Nur, insanlığı bu esaslarla ve akla ve mantığa uygun ikna metotlarıyla imana dâvet eder.
- 4. Toplumda İslâm ahlâkının yaygınlaşmasında; ebeveynler, eğitimciler, din görevlileri ve kanaat önderlerinin yanı sıra, kamu yöneticilerinin örnek davranışlar sergilemesi büyük önem arz etmektedir.
- 5. Ferdî, ailevî, toplumsal ve kamusal Hayatta meydana gelen herhangi bir husûmetin tarafları korku ve intikam azabı çeker. İntikam yerine affedip barışmak hem İslâm’ın emri ve hem de ferdî ve kamusal huzurun teminatıdır.
- 6. İnsanın nefs-i emmaresinin esiri olması bir nevi köleliktir. Garaz ve husûmeti kullananlar, kibirle üstünlük taslayanlar, safsatanın peşinde koşanlar, menfaat ve kuvvete dayananlar -hangi dönemin insanı olursa olsun- cahiliye dönemini; fazilet, ahlâk, akıl ve hikmete dayananlar ise Asr-ı Saadeti yaşarlar.
- 7. İnsanlık için muhkem bir geleceğin inşası; akıl ile kalbi, ilim ile imanı, felsefe ile dini uzlaştırabilen bir eğitim anlayışıyla mümkündür.
- 8. Asr-ı Saadet’in temel direkleri olan Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber (asm) ve Sahabe-i Kiram’ın günümüzdeki en kuvvetli temsilcilerinden biri de Risale-i Nur, Bediüzzaman Said Nursî ve Nur Talebeleridir.
- 9. Huzurlu ve mutlu bir toplumun anahtarı olan hürriyet-i şer’iyye, Allah’a kul olmayı gerektirir. Allah’a kul olmayı reddeden bir hürriyet anlayışı insanlığı felâkete sürükler.
- 10. İnsanın maddî hayatının devamı, dünyevî ve uhrevî saadeti ve ruhun yaşayabilmesi için kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye denilen üç kuvvet ihdas edilmiştir. Kuvve-i şeheviye hayat için gerekli olan şeyleri tedarik etme, kuvve-i gadabiye hayat için risk oluşturacak zararlardan koruma, kuvve-i akliye de zarar ve menfaati birbirinden ayırma görevini üslenmiştir. Bu kuvvelerin vasat mertebesinde kullanılması yeniden saadet asrına vesile olur; ifrat ve tefrit mertebelerinde kullanılması toplumda felâketlere yol açar.
- 11. Müslümanlar ne yapacaklarını Kur’ân-ı Kerîm’den, nasıl yapacaklarını da Hz. Peygamber’den (asm) öğrenmeli ve yaşamalıdır. Kur’ân’ı ve sünneti dikkate almayan bir hayat önerisi insanlığın çöküşüne yol açar.
- 12. İttihad-ı İslâm (İslâm birliği) ve insanlığın saadeti, Asr-ı Saadette gerçekleştirilen “Ensar-Muhacir kardeşliği” örnekliğinde ve “Medine Sözleşmesi” temelinde sağlanabilir.
- 13. Kur’ân ve sünnetin özenle üzerinde durduğu ve Müslümanları her türlüsünden sakındırdığı zulüm; adaletin zıddı olup toplumları çökerten, fertleri de dünya ve ahirette helâke sürükleyen en kötü hasletlerden biridir.
- 14. Kur’ân’da Yüce Allah: “Onların işleri aralarında istişare iledir” buyurmak suretiyle istişareyi Müslümanların özelliklerinden biri olarak zikreder. Resûl-i Ekrem de (asm) işlerinde meşveret ve şûrâyı esas almıştır. Asya’nın bahtının miftahı olan meşveret ve şûrâ; istibdadı kaldıracak, hürriyeti sağlayacak, maddî ve manevî terakkiyata insanlığı ulaştıracak şartlardandır.
- 15. “Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları hakikate yapıştıran ve o ahlâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır.” İslâmiyet’in üssül-esası olan sıdk maddî ve manevî terakkiyatın temelidir.
- 16. “İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyet’in kuvveti ile medeniyetin mehâsini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umûmiyi de temin edecektir.” (Sünûhat, Eski Said Dönemi Eserleri, 353)
***
3. MASA
KATILIMCILAR:
Prof. Dr. Nurettin Abut, Oturum Başkanı
Doç. Dr. Hakan Murat Aslan, Sekreter
Prof. Dr. Aziz Kutlar,
Dr. Öğretim Üyesi Salih Aytemur
Dr. Öğretim Üyesi Ümit Acar
Dr. Öğretim Üyesi Ramazan Levent
Dr. Öğretim Üyesi Said Bayraklılar
Dr. Öğretim Üyesi Halil İbrahim Şengün
Dr. Öğretim Üyesi İlhan Cevheri
Mehmet Akbaş
Talha Fırat
Hasan Hüseyin Uçar
3. MASA: Ekonomik Modeller, İktisat ve Tüketim Anlayışı
- 1- Ticaretin esası ve ruhu emniyettir ve karşılıklı sadâkattir.
- 2- Kanaât ve iktisat bir şükür göstergesidir. Şükretmeyen, ne kadar zengin olursa olsun daima fakirdir.
- 3- İktisat, ferde hürriyet ve izzet kazandırır. İsraf ise ferdi sefahate, zillete düşürür; müsrifin izzeti ve itibarı mahvolur.
- 4- Toplumları huzursuz eden sınıflarlar arası çatışma ancak faizin kaldırılması, zekâtın işler hâle getirilmesi ve kaynakların âdil paylaşımı ile mümkündür.
- 5- Bediüzzaman “Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor” sözü ile tabiatta var olan düzeni yanlış tüketim alışkanlıklarımızla bozmamamız gerektiğini vurgulamaktadır.
- 6- Kapitalizm “nimet” yerine “ürün” kavramını tercih eder. Dolayısıyla nimet, in’am ve Mün’im arasındaki bağ kopar. Bu bağın yeniden tesisi Kuran’ın iktisat prensipleriyle mümkündür.
- 7- Modern İktisat anlayışı: “Bir malın kıymeti fiyatı ve kıtlığı ile orantılıdır. ” derken Kur’ân Nimetlerin kıymetinin ucuzluğu ve bolluğu nisbetinde arttığını ve bu nimetler karşısında fazla şükür etmemiz gerektiğini” vurgular.
- 8- İktisat Risalesi ışığında, devlet bütçesinde gelir gider dengesinin sağlanabilmesi için israfın önlenmesi ve lüzumlu harcamaların yapılması amacı ile gerekli kumsal denetim ve kontrol mekanizmalarının oluşturulması gerekir.
- 9- Müreffeh ülkelerin demokratikleşme seviyelerinin yüksek olması gösteriyor ki, sosyal refah için ekonomik tedbirler yanında adalet ve hürriyet konularında da evrensel hukuka ve ilkelere göre hareket etmek gereklidir.
- 10- Günümüz Ekonomik şartlarında işsizliğin çözümü noktasında yeni girişimcilere yönelik; kayırmacılıktan uzak, sürdürülebilir ve denetlenebilir teşvik sistemlerinin uygulanması gerekir.
- 11- Bir mü’min her zaman zarurî ihtiyaçlarını kendisine ihsan ettiği için Rabbine şükreder, gayri zarurî ihtiyaçları için ise çalışır, talep eder, fakat kendisine ihsan edilmediğinde de isyan ve nankörlük ile değil kanaatle karşılayarak saadetle hayatını geçirir.
- 12- İktisat, bütün mevcudatın düstur-u hareketi olup, İsm-i Hakîm’in Cilve-i A’zamından olan Hikmet-i Amme-i kâinat, iktisat ve israfsızlık üzerine hareket ediyor; iktisadı emrediyor. (Asay-ı Musa: 179)
***
4. MASA
KATILIMCILAR:
Doç. Dr. Osman Özkul, Oturum Başkanı
Mustafa Akça, Sekreter
Prof. Dr. Süleyman Yılmaz,
Prof. Dr. Ömer Önbaş
Doç. Dr. Ömer Sevinç
Doç. Dr. Yakup Hundur
Doç. Dr. Şevki Adem
Dr. Ahmet Küçük
Dr. Hikmet Rahmi
Caner Kutlu
Ömer Morgül
Mehmet Pekel
Melihcan Daşdelen
Yusuf Sabri Şimşek
Said Akça
4. MASA: Varlık, Bilim ve Din Anlayışı
- 1. Çağımızda yeniden bir Asr-ı Saadet Döneminin yaşanmasını istiyorsak; Kur’ân’ın verdiği şu dersler ve nasihatlar çerçevesinde hareket etmeliyiz:
I. Din ile ilmi birbirinden ayırmamalıyız ki; hem akıl nurlansın hem vicdan aydınlansın.
II. “Nereden geldik, nereye gidiyoruz, bu dünyadaki vazifemiz nedir?” sorularına ilim ve hikmete dayanarak cevap aramak lâzımdır.
III. İslâm dünyasını ve Müslümanları kuşatmış bulunan tembellik, tenperverlik, nemelâzımcılık ve yeis hastalıklarından kurtulmalı; taassuba dünyamızda yer vermemeliyiz.
- 2. Batı Medeniyetini toptancı bir anlayışla tenkit etmek doğru değildir. Batı’nın hakikî İsevî dininden miras aldıkları güzelliklerle insanlığa kazandırdıkları nimetler göz ardı edilmemelidir. Ayrıca, medeniyetler insanlığın ortak malıdır. Bütün beşerî kazanımlar bir tek Avrupa/Batı Medeniyetine mal edilemez.
- 3. “Heva ve Deha” üzerine inşa edilen Batı medeniyeti dünyanın çok az bir kısmına refah sunarken çok büyük bir kısmına fakirlik ve sefalet getirmiştir.
- 4. Günümüzde Müslümanların geri kalmasının sebebi olarak İslâmiyet gösterilemez. Esas sebepler; ümitsizlik, istibdat, şahsî çıkarlara önem verme ve yalanın toplumda yaygınlaşması, Müslümanları birbirine bağlayan değerlerin unutulmasıdır.
- 5. Risale-i Nur Külliyatı Kur’ân’dan aldığı ilham ile, bilim ve teknolojiye dayandığını iddia eden dinsizlik akımlarına karşı, bütün insanlığın imanını kurtaracak reçeteler sunmaktadır; insanlığın gerçek huzuru elde etmesinin yolunu da yine Kur’ân’ı, Sünneti ve Kâinatı okuyarak ve okutturarak göstermektedir.
- 6. Asr-ı Saadet dönemini inşa edenler, kâinatın tercüme-i ezelisi olan Kur’ân-ı Kerîm ve onu insanlığa ders veren Hz. Muhammed’dir (asm). Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri ve Peygamberimizin (asm) Hadisleri kıyamete kadar insanlara maddî ve manevî rehber olmaya devam edecektir.
- 7. Peygamberler gönderildikleri toplumların hem manevî mürşitleridir hem de teknoloji ve sanat alanlarında onlara öncülük etmiş seçilmiş insanlardır. Peygamberler insanlığın gelecekte ortaya koyacakları bilimsel ve teknolojik gelişmelere mu’cizeleriyle işaret etmişler; insanları teşvik ederek benzerlerini yapmaya yönlendirmişlerdir. Meselâ: Hz. Davud Aleyhisselâm’ın demiri yumuşatma ve şekil verme ile ilgili mu’cizesi insanlığa yeni ufuklar açmış; bugünkü teknoloji ve endüstrinin de inkişafına bir kapı açmıştır.
- 8. Her şeyin ilim ve teknolojiye dayandırıldığı şu zamanda, Kur’ân’ın takipçileri olan Müslümanların da bilim ve teknolojiye büyük katkılar sunması beklenmektedir. Çünkü ilim ve teknoloji İnsanın kendini, dünyayı ve bunların yaratıcısı olan Allah’ı tanıması için en önemli araçlardandır.
- 9. Dünyamızın tek bir küresel köye dönüşmeye başladığı bu zamanda, Batı toplumları ile Müslüman toplumlar arasındaki ayrışmaya sebep olan engeller bir bir ortadan kalkmaktadır. Özellikle bilimin din ile barışması, bu süreci hızlandırmaktadır. Böylece bütün insanlığın daha yüksek bir medeniyet ve ahlâk düzeyine çıkması mümkün olabilir.
- 10. Gerçek ihtiyacı görmezden gelip sadece nefsin her arzusunun tatmin edilmesine çalışan Batı medeniyeti; lezzet peşinde koşturduğu insanı tembel, obez ve hasta yapmış; teknolojiyi kullanarak sosyal medya ve reklâmlarla da insanı hırslı, doyumsuz, mutsuz ve sürekli borçlu bir hale sokmuştur.
İnsanlığın bu halden kurtulması ve dünyada refahın âdil şekilde dağılımının sağlanması için “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır’’ ve “Yiyin, için fakat israf etmeyin” prensipleri dahilinde bir hayat ve iktisat anlayışı tesis edilmelidir. İnsanı ruhen terakki ettiren ve aşırılıklardan uzak bir hayatı ihtiyar eden Asr-ı Saadetin ölçülerinin fark edilmesi, anlaşılması ve model olarak yaşanması bu bakımdan çok hayatidir.
- 11. “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyata kördür.” Bilimin inkâr-ı Ulûhiyet temelli materyalist ve maneviyata kör anlayışı, insanı keşmekeşe, mutsuzluğa ve belirsizliğe itmiş; insandaki hadsiz kemalât, hiçe inmiştir. “Basar masnuâtı görüp de, basîret Sânii görmezse, çok garip ve çirkin düşer.” prensibince beşer, anlamsız bir girdaba yuvarlanmıştır. Fen ilimleri - din ilimleri ayrımı yapmaksızın bütün bilimleri marifetullah temelli mana-ı harfi ile okumak, öğrenilen bilgileri kuru odun yığınları olmaktan kurtarıp nurlandırma ve ruhlandırmanın tek yoludur.
- 12. Materyalist/pozitivist düşüncenin, Yaratıcıyı kasdî olarak dışlayan anlayış ve dilini, tevhidi esas alan küllî burhanlar ve mantıkî delillerle Yaratıcı fikrini önceleyen Marifetullah anlatımına çevirmek lazımdır. Bütün fenler, Hakîm isminin bir lem’a ve tecellisinden ibarettir. Risale-i Nur ise İsm-i Hakîm’e mazhar olduğundan, inkâr-ı Ulûhiyet temelli materyalist öğretinin en tesirli ilâcıdır.
- 13. Günümüz dünyasına bakıldığında bilim ve teknoloji üreten güçlü kurumların, aynı zamanda bir meşveret platformu olduğu da görülür. Bilim, hür zeminlerde yapılır ve gücünü hür düşünceden alır. Hürriyetlerin kısıtlandığı, resmî ideolojilerin hüküm sürdüğü hürriyetsiz/meşveretsiz toplumlarda bilimin insanlığın faydasına olacak şekilde gelişmesi de beklenemez.
***
5. MASA
KATILIMCILAR:
İ. Seyda Durgun, Oturum Başkanı
Dr. Cafer Kaysıcı, Sekreter
Prof. Dr. Ertan Efegil
Prof. Dr. Hasan Tanrıverdi
Prof. Dr. Hüseyin Uzun
Prof. Dr. İlyas Üzüm
Doç. Dr. Veysel Kasar
Dr. Öğretim Üyesi Muhammet Örtlek
Süleyman Kösmene
Hasan Küçükçopur
Mehmet Ali Kaya
Muhammed Okur
5. MASA: NÜBÜVVET ANLAYIŞI
- 1. Nübüvvet, “Allah ile insanlar arasında dünya ve ahiret ile ilgili ihtiyaçların karşılanmasına yönelik elçilik görevi” olup dinin “olmazsa olmaz” niteliği taşıyan en temel esaslarından birisidir. İnsanların tarih boyunca sorduğu “nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun, bu dünyada görevin nedir” gibi hayatî sorular ancak İlâhî mesaj çerçevesinde, “nübüvvet müessesesi” ile cevaplandırılabilir. Bu açıdan insanlığın varoluşu ve gayesi, hayatın anlamı ve hedefi gibi temel problemler vahiy ve nübüvvet kurumu dikkate alınmadan çözülemez.
- 2. Kâinata bakıldığında, karıncadan file, arıdan gergedana kadar her canlının ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir rehberin varlığı açıkça görülmektedir. Böyle bir düzen kuran Yaratıcının canlılar dünyasının en seçkin varlığı olan insanın dünya ve ahiret hayatı için lâzım olan ihtiyaçlarını temin etmek üzere bir rehber göndermesi “uluhiyet” hakikatinin gereğidir. Hem Allah’ın “hidayet ediciliği”, “adaleti”, “hikmeti”, “rahmeti” gibi sıfatları, hem de insanın akıl ve duygularının sınırlı olması sebebiyle “İlâhî kılavuzluğa” muhtaç olması nübüvveti gerektirir.
- 3. İnsanlığın varoluşu ve gayesi, hayatın anlamı ve hedefi gibi temel problemler vahiy ve nübüvvet kurumu dikkate alınmadan çözülemez. Nübüvveti dikkate almak, aklı devre dışı bırakmayı gerektirmez. Peygamberler aklın işleyişini teşvik etmişler, aklı en faydalı şekilde kullanma ölçülerini vahiyle ortaya koymuşlardır. Zira akıl, tek başına Yaratıcıyı ve kâinatı hakkıyla anlama kapasitesine sahip değildir. Allah; Kendisinin bilinmesi, kâinatın manasının anlaşılması, insanın yaratılış gayesini ve ahiret hayatını bilmesi için peygamberleri göndermiştir. Peygamberlik kurumunun getirdiği temel mesaj; “doğru İslâmiyet” olarak da ifade edilebilecek olan doğru inanç, doğru ahlâk, doğru ameldir.
- 4. Peygamberler, insanlara manevî önder oldukları gibi fen ve teknoloji gibi maddî ilerlemeler için de birer önder olmuşlardır. Gösterdikleri mu’cizelerle bilim ve teknolojinin son sınırlarını çizmişlerdir. Bu açıdan Peygamber mu’cizelerinden çıkarılabilecek bir ders de mu’cizelerin “medeniyet harikalarına” ışık tutarak, insanlara ulaşabilecekleri son noktaları göstermesi ve ilerlemesi için teşvik etmesidir. Hz. İsa’nın hastaları iyileştirmesi ve ölüleri diriltmesi tıbbın önemine; Hz. Davud’un demiri işlemesi teknolojik gelişmelere; Hz. Süleyman’ın rüzgâra hükmetmesi ve Belkıs’ın tahtını yanına getirmesi zaman ve mekânın aşılmasına ve maddenin nakledilmesinin mümkün olabileceğine işaret etmektedir.
- 5. Adalet ve meşveret gibi kavramlar Nebevî değerlerdir. Bu bağlamda anayasa karşısında yasanın hükmü ne ise Kur’ân için de sünnet odur. Hukuktaki normlar hiyerarşisi ve “Alt kural, üst kurala aykırı olamaz” prensibi, Asr-ı Saadette görülen bir modeldir. Bu açıdan yöneticilerin icraatında, kanun hakimiyetini tesis eden Kur’ân ve Sünnet, Anayasal bir denetçi hükmündedir.
- 6. İstiğna düsturu bir peygamber ahlâkıdır; ibadet, irşat, Yaratıcıyı tanıtmak amacıyla yapılan ve gönüllük esasına dayalı dini hizmetlerde maddî /manevî bir karşılık beklememek demektir. Peygamberlerin bu vazifelerini yapan kişilerin ve cemaatlerin de her zaman ve her durumda bu Ne-bevî ahlâka uymaları gerekmektedir. Bediüzzaman Said Nursî, bir peygamber ahlâkı olan “nâstan istiğnâ”, “dün- yevî veya uhrevî bir karşılık beklememe” gibi düsturlara çok dikkat etmiş, yanlış anlaşılacak her türlü davranıştan uzak durmuş ve bu konuda hayatı boyunca ölçülü olmuştur. O, bu yönüyle Asr-ı Saadet ahlâkının günümüz şartlarında uygulanabilirliğini gösteren rol model bir şahsiyettir.
- 7. Cemaatler, tarikatlar veya dinî hizmet icra eden sivil toplum kuruluşları, maddî ve manevî güçlerini kullanarak hak etmedikleri bir destek talebinden uzak durmalıdır. Bu yapılar, faaliyetlerinde şeffaf olmalı ve gönüllülük esasına dayanmalıdır. Netice odaklı değil, Allah rızasını kazanmaya odaklı hizmetleri benimsemelidir.
- 8. Nübüvvet mesleği, dünyevi işlerde dindarlığı öne çıkarmak yerine adaleti, mahareti, uzmanlığı ve liyakati esas alır. Kur’ân-ı Kerîm’de “Emanetleri ehline veriniz ve insanlar arasında hüküm vereceğiniz zaman adaletle hükmediniz” (Nisa, 58) diye emredilmektedir. Bu yönüyle kamu malları, kamu görevleri ve kamu imkânları birer emanettir. Bu emanetin yerine getirilmesinde ehliyet ve liyakat ilkesi esas alınmalıdır. Ehliyet ve liyakat anlayışı; ahlâklı olmayı, erdem sahibi olmayı, başkalarının hakkını gözetmeyi, kendinden olmayanlara ayrımcılık yapmamayı ve kendi işini en iyi şekilde yapmayı gerektirmektedir.
- 9. Peygamberler, nübüvvet mesleğinin bir gereği olarak dünya barışının tesisi, kardeşlik, adalet ve insan hakları gibi temel insanî değerlerin tesisine öncülük etmişlerdir. Bu değerlerden uzaklaşarak huzur ve barışı kaybeden insanlar saadet için nübüvvet mesleğinin esaslarına geri dönmelidir.
- 10. Hz. Muhammed’in (asm) nübüvvetini, görerek ve sohbetine katılarak benimseyen sahabeler, O’nun (asm) mesajının her tarafa ulaşmasına çalışmış, bu sebepler de Kur’ân’da İlâhî övgüye mazhar olmuşlardır. Bu açıdan Bediüzzaman Said Nursî’nin nübüvvet mesleğinin takipçisi olarak ortaya koyduğu hizmet tarzı, iman esaslarının anlaşılması ve yaşanması yönüyle “sahabe mesleği”nin günümüze bir yansımasıdır. Risale-i Nur mesleği, bu benzerlikten hareketle, dünya ve ahiret mutluluğu için insanların akıl, kalp ve ruh dünyasına hitap eden Nebevî bir yöntemi önermektedir.
- 11. Nübüvvet; insan-Yaratıcı, insan-âlem, insan-aile, insan-toplum ilişkilerinde vahyin bildirimine göre mesajlar sunmuştur. Bu fonksiyonun küçümsenmesi yahut görmezden gelinmesi, insanı deist ve seküler bir hayata mahkûm etmektedir. Günümüzün en önemli problemlerinden biri olan ateizm ve deizm safsatasının çözümü, nübüvvet prensiplerinin hayata geçirilmesiyle sağlanabilir. Çünkü Peygamberlerin uygulamaları, kişilerin şahsî hayatında gerçekleştirmesi gereken prensiplerdir. Peygamberlerin yaşantısını fert ve cemiyete yansıtmak, İslâm’ın gerçek güzelliklerini gösterecek ve zihinlerdeki çelişkileri giderecektir.
- 12. Hz. Muhammed’le (asm) gönderilen inanç değerlerini, daha çok kültürel kimliğin bir parçası olarak benimseyen İslâm dünyasının, taklidi bırakarak, dinamik, güçlü, aklî ve vicdanî temellendirmelere dayalı “tahkiki iman” çalışmalarına önem vermesi gerekmektedir. Günümüzde, kendilerini İslâm’a nispet eden birçok toplum ya da ülkenin sosyal ve siyasî hayatlarında gözlenen istibdat, zulüm ve ahlâkî yozlaşmayı aşmasının yolu nübüvvetin ders verdiği şûrâ, meşveret, hürriyet, adalet, sıdk gibi Nebevî değerleri yaşayıp yaşatmaktan geçmektedir.